MELİHA-3
Bugün o gecenin 3. Yılıydı. Enver, tek odalı evinin orta yerine bir seccade sermiş, önünde rahle Yasin suresini okumuştu. Şimdiyse dua ediyordu. Selim ile sohbetlerine ölülerin ardından böyle şeyler yapmanın bir faydası olmadığına hem fikir olarak son vermişlerdi. Ser de Türklük vardı. O da bunun gereği olarak bu görevini yerine getirdi. Enver, Selim'in yazılı olmayan vasiyetinde kendine biçilen görevi yapmaya and içmişti. Okulunu bitirdi, işe girip çalışmaya başladı. Yavaş yavaş para kazanmaya başlıyordu. Şimdiki görevi ise en az 2 çocuğa burs verebilmekti. Selim; 'her mezun olan en az 2 çocuğu mezun etmeli' derdi her zaman. O da buna uymak istiyordu. O geceden sonra ne Gökçe'yi nede Meliha'yı bir daha görmemişti. Hiçbir zamanda aklına getirmedi. Meliha ile araları Selim'in ıstırapları yüzünden pekiyi değildi. Gökçe ise Selim'in ölümünden Enver'i suçlamıştı. Enver'se yöneldiği hayat itibariyle Selim'i anlayan tek kişiydi. Selim; 'Düşmanı olmayan insanda, millette yok olur. Düşman iyidir, insanı diri tutar' derdi. Düşmanı bu şekilde tanımlayanlar elbette ki ölümü göze alıyor olmalıydılar. Selim de bunlardan biriydi. Düşman sahibi olmaktan çekinmemiş, her daim hazırlıklı olmuştu. Bir tek zaafı vardı. Meliha'yı gördüğünde dünyayı unuturdu. Vurulduğu geceyi defalarca beyninde tekrar canlandırdı. Selim'in böyle basit bir hata yapmış olmasına inanamıyordu. En sonunda bu hatanın sebebini tespit etmişti. Selim vurulduğu sırada camdan içeri bakıyordu. Meliha da içerideydi. O'na bu hatayı yaptıran şey Meliha'ydı. Enver'in şahsi kanaati böyleydi. Enver sene-i devriyenin ritüellerini tamamlamış bir halde, deniz manzaralı penceresinin önündeki koltuğa oturdu. Ay denizi parıldatıyor, rüzgâr hafiften esiyordu. Bu manzaraya bakarken uyuyakaldı. Rüyasında, Selim ile birlikte, bir yamacın başındaydılar. Aşağıları uçurumdu. Selim ayaklarını uçurumdan aşağı salmış bir halde, dudağında sigarası hazır bulunurken kucağındaki bir deftere notlar alıyordu. Enver hiçbir şey söylemeden yanına oturdu. Karşılarında uçsuz bir yeşillik vardı. Enver konuşmaya başladı; 'Çok özledim ağabey' dedi. Selim defterden başını kaldırmadan; 'O'da seni çok özledi' dedi. Özleyen de özlenende Gökçe idi. 'Seni artık daha iyi anlıyorum' dedi Enver. Selim bu söze biraz bozulmuştu. 'Ben tek başıma mı sevmiştim ki bir tek beni anlıyorsun' dedi. 'Biraz öyle gibiydi' dedi Enver, gülümseyerek. 'Sen öyle zannet' diye karşılık verdi Selim. 'Allah aşkına ağabey, 20 sene boyunca bir kişiyi bekleyeceksin, burnun dibinde, neredeyse her gün gördüğün halde bekleyeceksin. Ve O hiçbir şey yapmadan seni bekletecek. Karşılıklı sevgi bunun neresinde?' diye isyan edercesine sordu Enver. Bunu sorarken sesi öyle kibardı ki Meliha orada olsa alınmazdı bile. 'Belki de 21 sene gerekiyordu. Ben kaçtım buraya geldim. Aslında bana sorarsan Enver, ben O'nu yarı yolda bıraktım.' Selim, O'nu tanıyanların gözünde çok saygın birisiydi. Fakat bu kadarı da fazlaydı. Meliha alenen ve herkese göre haksızdı. Bu nasıl bir sevdaydı ki Selim onca olandan sonra hala kendini suçlayabiliyordu. Enver sabırlı birisi değildi. Bilmediği konularda öğrenmeye açıktı. Fakat bu konuda Meliha haksızdı işte. Enver, Selim'in son sözlerinden sonra bu konuyu daha fazla üstelemenin manasız olduğunu düşündü. Herkes kavuşacak diye bir kaide yoktu. Kendisi de kavuşamamıştı. Selim yine de şanslıydı. Meliha O'na düşman olmamıştı. Ama Gökçe ile düşmandan öteydiler. Tam Gökçe'yi düşündüğünde Selim O'nu soru verdi. İyi olup olmadığını merak ediyordu. Enver iyi olmadığını biliyor, hissediyordu. Fakat iyi olmasını umduğundan kötü olduğunu söylemek gelmiyordu içinden. 'Sen benden daha iyi bilirsin' deyip kapattı konuyu. Enver bu anda ki huzur ve saadetin biraz daha sürmesini istiyordu. Fakat buraya oturmadan önce ocağa koyduğu çay kaynamaya başlamıştı. Çaydanlığın tıkırtısına uyandı. Dışarı bakarken camda birden Selim'i görür gibi oldu. Arkasına döndüğünde hiçbir şey yoktu. Birden telaşla ayağa kalktı. 'Selim ağabey' diye seslendi manasızca. Bir iki adım attı küçük salonda, birden sehpanın üzerindeki defteri fark etti. O'na ait değildi. Biraz dikkatli bakınca az evvel rüyasında Selim'in bir şeyler yazdığı defter olduğunu anladı. Heyecanla açtı, ilk birkaç sayfası boştu. Sonraki sayfalarda şunlar yazıyordu;
'Enver; yolundan sapma. İyi bir Türk ol. Gökçe'ye geri dön, mutlu olun. Meliha'ya darılmayın. Unutmayın ki; Tanrı âşıkları kendi yanında saadete erdirir. Ruhumu daha fazla ıstıraplar içinde eritmeyin. Bu sana son vasiyetimdir.'
Enver bu satırları okuduktan sonra koltuğa yığılıp kaldı. Gözlerinden yaşlar süzülerek öylece uyuya kaldı. Ertesi gün Gökçe ve Meliha'yı bulmak üzere yola çıktı. O günden sonra Selim'i bir daha hiçbir zaman rüyasında görmedi.