Zoji ben yerdeyken çok uzun gözüküyordu. Zaten ayaktayken de uzundu ama yerdeyken ona bir gökdelene bakıyormuş gibi hissediyordum. Elini uzattı ve mavi gözlerinin içi gülerek beni kaldıracakken...
Aniden kurta dönüştü. İleri doğru koştu ve ulumaya başladı, ne oluyor anlamıyordum. Tekrar insana dönüştü ve endişeli bir yüz ifadesiyle bana baktı,"Charlie! Kaç! Geliyorlar!"
Diyerek bağırdı. Beyaz kürkünün içinden kocaman bir kılıcı kınından çıkardı.
"Ne oluyor?! Ne geliyor?!"
"Şeytanların savaşçıları... Rodu'lar!"
"Onlar da kim?!"
"Charlie! Sana zarar verebilirler! Hemen geri kaç diyorum sana!"
Arkasına döndü,
"Charlie, eğer kaçmazsan ikimizde burada ölürüz."
"Ya sana ne olacak? Sende ölürsen tek başına?"
"Bir kişinin ölmesi, iki kişinin ölmesinden çok daha iyidir!"
"Hayır! Seninle öleceğim yada seninle kaçacağım."
"Ben kaçamam! Ben savaşçıyım! Ben kaçmayacağım!"
"O zaman bende kaçmayacağım!"
Elindeki kılıcı kınına soktu ve aniden kurta dönüştü. Mavi gözlü kurt önüme geldi ve ağzını açarak sivri dişlerini hızla üzerime geçirdi.
Beni yiyecek sanmıştım ama Zoji sırtımdaki T-shirt'i dişleyerek hızla koştu. T-shirt'üm bedenimi sıkarken bir kurt tarafından ağzıyla götürülmek beni korkutmuştu. Kulübenin önünden çok uzaklaşmıştık, Zoji beni birden fırlattı. Ben ise karın üzerine hafif bir düşüş yaptım. Bu pamuğun üstüne havadan düşmek gibiydi. Zoji arkasına bakmadan ileri doğru koştu...
Beni burada bırakarak kulübeye doğru koştu. Ayağa kalkamadan gözlerim istemsizce kapandı. Gördüğüm tek şey sıklaşmış olan çam ağaçları oldu ve sonrasında ise bir karanlık...***
Gözlerimi araladığımda kahverengi boyalı bir odada uyandım. Aniden "Zoji!" Diyerek doğruldum. Etrafıma baktığımda elde ettiğim büyük bir hayal kırıklığıydı; çünkü o lanet olası odamdaydım.
Gözlerim aniden doldu, hemen pencerenin yanına koştum ve dışarıyı kontrol ettim. Akşam olmaya başlamıştı, ve öğlen uyuduğum geldi aklıma...
Hayır! İnanmıyorum! Bu bir rüya olamaz işte! Olmamalı...
Kapı aniden açıldı ve içeri annem girdi,"Uyandın mı? Öğlenden beri uyuyorsun. Üzerini değiştir ve aşağı in, yemek yiyoruz."
Annem odadan çıktıktan sonra kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldu.
Zoji... o sadece bir rüya mıydı?
Tabii ki bir rüyaydı geri zekalı. Onların gerçek olma ihtimali yoktu, çünkü imkansızdı. İmkansızlar asla gerçekleşmezdi, çünkü bu gerçek hayattı.
Üstüme gri bir kot pantolon giyip aşağı indim. Lavaboda yüzümü yıkayıp kendime geldim. Bütün hayal kırıklıklarım bedenime saplanmıştı ve bu nefes almamı güçlükleştiriyordu. Yemek yedikten hemen sonra tekrar uyumak istiyordum. Gidip tekrar Zoji'yi görmek istiyordum. Havluyla yüzümü sildikten sonra yorgun gözlerle salona girdim ve masadan bir sandalye çekerek oturdum. Sessizdi... her zaman ki gibi herkes sadece önündeki yemeğe odaklanmıştı. Zorla da olsa bir şeyler atıştırdım ve sandalyeden kalktım,"Tabağındakiler bitmemiş."
Dedi annem boğuk bir sesle.
"İştahım yok."
Diyerek arkama döndüm,
"Olmaz öyle... otur ve doğru düzgün bir şeyler ye."
"İştahım yok."
Diyerek lavaboya yöneldim, annemin söylediği şeyleri umursamadan. Dişlerimi fırçaladım ve uykum kaçmadan bir an önce yukarı çıktım. Pantolonumu soydum ve hemen yatağımın içine girdim. Bu sıkıcı hayat zaten hep böyleydi. Bu sıkıcı hayat ancak böyle rüyalar ile neşelenirdi. Yatağın içinde neredeyse bir saat geçirmiştim ama uyuyamamıştım. O rüyayı düşünüyordum sadece. O güzel ve bir o kadar imkânsız olan o rüyayı düşündüm. Zoji'nin gözlerindeki o maviliği, o cesaretini, o çocuksuluğunu düşündüm. Boşuna hayal kuruyordum, ormana girdiğimde öyle bir şeyle karşılaşmayacaktım.
Yorganımı isteksizce boynuma kadar çektim. Sadece... o dünyayı istiyordum. Ben... sadece o dünyaya geri gitmek istiyordum.***
Bütün gece boyunca doğru dürüst uyuyamamıştım. Yorgun bir yüzle yatağımdan ayrıldım ve yüzümü yıkadım, saat 6'ydı. Ben hazırlanıp giyinene kadar 7 olmuştu. İstemeyerek de olsa aşağı indim, annem kahvaltı hazırlıyordu. Bana mutsuz bir yüz ifadesiyle baktı ve işine geri döndü. Annem beni sevmezdi, aslında o gerçek annem değildi. Gerçek annem beni babama bırakıp terk etmişti. Onu en son 5 yaşımda görebilmiştim. 6 yaşımdan beridir bu kadına anne diyordum, gerçi gerçek annem bu kadın kadar bile olamazdı. Babamla ben 6 yaşımdayken evlenmişlerdi. 7 yaşımda ise üvey kardeşim olmuştu. Üvey kardeşim ne kadar bencil ve pislik olsada, gerçek çocuğu olduğu için üvey annem hep ona hak verirdi. Babamı zaten hiç göremiyordum. Sürekli çalışıyordu ve mesailere kalıyordu. Ben uyurken eve geliyordu. Ben ise annem ve kardeşimle burada, tek başıma bir cehennem yaşıyordum. Arkadaşımda yoktu, herkes beni deli olarak tanımlardı zaten. Herkes benden kaçıp uzaklaşırdı...
Bu ne kadar üzücü olsada yapacak bir şeyim yoktu. Elim kolum bağlı, uçurumdan atlar gibi karanlığın içine düşüyordum.
Gelecek karanlıktı... ve ben karanlıktan korkarım.
Acaba ormana gittiğimde rüyamdaki gibi bir şey gerçekleşir miydi? Tekrar Zoji'yi ve kar olan yeri görebilir miydim?
Bu ihtimaller beni heyecanlandırsa da gerçek olma ihtimali yoktu. Çünkü gördüğüm bir rüyadan ibaretti ve ben uyumadığım sürece bu cehennemden kaçamazdım.
Annem kahvaltıyı hazırlayınca bir sandalye çektim ve oturdum. Kardeşim ve annemde masaya oturdu,"Günaydın,"
Dedim soluk bir sesle, ne kadar istemesemde günaydın demem gerekliydi.
Hiçbiri ses bile çıkarmadı, zaten beni takmazlardı. Yavaşça çatalımı elime aldım ve kahvaltıya başladım.Yemeğim bittiğinde ellerimi yıkadım ve ormana gitmek için karar aldım. Denemekten zarar gelmez diyerek. Belki rüyamdaki yaptığım her hareketi tekrarlarsam oraya ulaşabilirdim. Yada kafamı yarıp ormandaki hayvanlara yem olurdum.
İkiside güzel bir seçenekti. Ama nedense birinci seçenek bana çok güzel gibi geliyordu, tekrar hayal kurmak istemiyordum. Sadece bunlar gerçek olsun istiyordum.
Ayakkabılarımı giydim ve üstüme kalın hırkamı aldım. Birisi beni bu hırkayı giymiş olarak görseydi deli sanacaktı ama eğer kar olan yer ile karşılaşırsam...
Hayal kuruyorum ama eğer karşılaşırsam... bir ihtimal...
Bu hırka bana lazım olacaktı.
Anneme hiçbir şey söylemeden evden çıktım. Dışarısı çok sıcaktı ve bu hırkayla şimdiden terlemeye başlamıştım. Adımlarımı aynı rüyamdaki gibi attım. Yavaşça ilerledim ve rüyamda geçtiğim yerlerden geçtim ve durdum. Bu kısımda ayağımı burkup düşmem gerekiyordu ve ben bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Biraz aşağı indim ve yokuşlaşan tarafa geldiğimde kendimi yere attım ve aşağı yuvarlanmak için kendimi ittim. İlk başlarda kendi hamlelerimle yuvarlanırken sonradan yuvarlanma işi benim kontrolümden çıkmıştı. Hızla aşağı doğru yuvarlanırken yerdeki şeyler canımı yakmaya başlıyordu. Rüyamdakinden çok daha canım yanıyordu ve daha hızlı yuvarlanıyordum. Ama bir şeyler ters gidiyordu, ben gerektiğinden daha fazla yuvarlanıyordum. Ağaca çarpıp durmam gerekirken ben hala yuvarlanıyordum.
Engel olamıyordum, durduramıyordum ve ben sadece... yuvarlanıyordum.
Dakikalarca yuvarlanıyordum ve sadece yuvarlanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Krallık
FantasyBu hikayeyi... Tüm canı yananlara ithaf ediyorum. Bu hikayeyi, tüm kalbi parçalanmış, gerçekler canını yakan ve gözyaşlarına boğulan arkadaşlarımın kendini biraz da olsa avutması için yazacağım. Eğer seninde acıların canını çok yakıyorsa... lütfen C...