Niklaus Romanov...
Rus bir baba ve Amerikan bir anne, ailesi hakkında tek bildiği buydu. Ne olduğunu, kim olduklarını yada ne yaptıklarını bilmiyordu. Küçücük bir çocukken bir kiliseye terk edilmiş bir çocuktu o.
Ailesinin kim olduğunu bu güne dek araştırmamıştı ve araştırmakta istemiyordu.
Çok sert bir oğlandı Niklaus, beklide babası olsaydı böyle olmazdı. Ailesine tek bir konuda teşekkür ediyordu; oda şuan ki genleriydi. Siyah uzun saçları, kömür karası gözleri ve sert yüz hatlarıyla her kızın hayalini süslüyordu. Orta boylu bir oğlandı ama daha ergenliğini bile tamamlamamıştı. Kendinden daha büyük kadınlarla olma gibi bir fantezisi vardı, hiçbir zaman kendine denk kızlarla takılmazdı.
Kilisenin onu çalışması için bir çiftliğe yolladığından beri sabahları çiftlikte çalışıyor, geceleriyse yine aynı şekilde çiftlikte yatıyordu. Bağlı olduğu çiftliğin en büyük destekçileri kasabanın önde gelenleriydi. Lencsher ailesi, Olsen ailesi, Richard ailesi ve Martinez ailesiydi. Niklaus'un aralarında en sevdiği aile Martinezlerdi. Çünkü çok varlıklı bir aileydiler ve Bay Simone, sanki onu hiç olmamış erkek evladı gibi seviyordu. Üç kız çocuğu vardı. İkisi Niklaus'tan belki birer yada ikişer yaş büyüktü, bir tanesiyse Mary, daha ufak bir çocuktu.
Ama Niklaus'un gözü hiç birinde değildi. O sadece daha birkaç gün önce gördüğü kadına vurulmuştu. Yirmili yaşlardaydı ama Niklaus daha önce böyle bir güzellik ve asillik görmemişti. Kadını Bayan Martinez ile konuşurken görmüştü. Altın sarısı beline kadar uzanan saçları ve ela gözleriyle her erkeğin canını yakabilirdi, ince beli ve iri göğüsleri işini daha da kolaylaştırıyordu. Kadın Niklaus'u görmemişti, çünkü Niklaus o sırada çiftlikten getirdiği sütleri evin hizmetlisine teslim etmekle meşguldü.
Aynı kendisi gibi kasabada da bu kadını daha tanımadan aşık olan onlarca erkek vardı. Kadının ismini yada kim olduğunu kimse bilmiyordu, kimsede Bayan Martinez'e sormaya cesaret edemiyordu. Bay ve Bayan Martinez, Niklaus'a davrandığı gibi herkese cömert yada sevecen şekilde yaklaşmıyordu. Korumaları gereken bir aileleri ve haysiyetleri vardı.
Bir keresinde kadın için "O bir cadı, baksanıza güzelliğine." demişti çiftlikte beraber kaldığı bir oğlan. Bazılarıysa onun için Kral II. James'in kızı diyordu. Fakat insanlara birinci olan daha inandırıcı geliyordu çünkü Tanrının bile unuttu bir kasabaya asla kralın kızı gibi asil biri gelmezdi. Kasabaları ormanlık bir alanın tam ortasındaydı ve gidiş dönüş için bir yolu bile yoktu. Şehre gitmek isteyen insanlar yanlarında köpekleriyle ormanı geçiyorlardı çünkü orman geceleri gerçekten de çok korkutucu olabiliyordu.
İnsanlar daha önceden ormandan korkmuyordu ama insanlar bazı görmediği şeylere inanmaya başlamışlardı: Cadılar, vampirler ve kurt adamlar bunlardan sadece birkaçıydı. Onları gören kimse yoktu ama anlatılan hikayeler ve efsaneler insanları bunlara inandırmaya zorlamıştı.
Niklaus, her ne kadar anlatılanların yalandan ibaret olduğunu bilse de bunlardan herhangi biriyle karşılaşmayı hiç istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Interview with the Vampire
Vampire1886 Yılında, üzerinden güneş batmayan ülkenin soğuk ve nemli bir kasabasında yaşayan bir Rus asıllı gencin hayatını konu ediyor. Geçinmek için bir çiftlikte işe başlayan genç, orada herkesten farklı biriyle tanışıyor ve sonsuza dek yaşamakla lanetl...