a less little conversation

43 7 3
                                    


"Şu kadının güzelliğine bak." dedi Vladimir. İrkildim, kadının büyüsüne kapılan tek kişi Vladimir değildi. Gözlerimi kadından alamıyordum, yine Bayan Martinez ile sohbet ediyordu. Gülümsemesini yakaladım, dünyalara bedeldi. Bugünkü kızıl elbisesi vücuduna tam oturmuştu, inci gibi gülümsemesi bulutlu havada ışıklar saçıyordu.

"Al bakalım Niklaus! Bay Adrain'e teşekkür ettiğim ilet, gelecek hafta sütü üç litre fazla getir. Malum Bay ve Bayan Martinez bir balo düzenliyor." dedi, Forestina. Ona peki anlamında başımı salladım ve uzattığı boş kapları elime aldım.

Vladimir hala kadının büyüsüne kapılmış gözüküyordu. "Bayan Forestina, acaba Bayan Martinez ile konuşan leydi kimdir?..." dedi Vladimir ama bir anda duraksadı, kadının büyüsüne o kadar kapılmıştı ki söylediklerini sanki kendi dememiş gibi elini ağzına götürmüştü. Bayan Forestina dünden hazır bir şekilde. "Bayan Martinez'in anne tarafından bir akrabası sanırım." dedi gülümseyerek.

"Çok olmazsa ismini öğrenebilir miyim? Bayan Forestina... Yani sizde biliyorsanız." dedi Vladimir yüzsüzlükle. Ben hiçbir şey diyemiyordum sadece kadına bakıyordum. Dışarıdan nasıl gözüktüğümü merak ediyordum açıkçası ama umurumda da değildi. Ona bakarken gözlerimiz kesişti. Kırmızı ruj sürmüş üst dudağının bana bakarken seğirdiğine yemin edebilirdim. Çok fazla bakmadı bana, ama yinede gözleri kalbimi paramparça etmişti. Çiftliğe döndüğümüzde de aklıma bana bakışı geliyordu, doğru dürüst iş yapamaz hale gelmiştim, sadece aklımda o vardı. Gülümseyişi aklıma geliyordu, bilmiyorum belki de kendimi kandırıyordum. Ama böyle bir yalanla yaşayabilirdim.

Günler geceleri kovaladı. Her yastığıma başımı koyduğumda aklıma yalnızca o geliyordu. Yarın belki onu tekrar görebilirim umuduyla içim içimi yiyordu.

Ahırın parçalanmış çatısından süzülen güneş ışıkları, mutlu rüyamı engelleyerek beni uyandırdı. Yanımda horlayan Vladimir'i iterek ayağa kalktım. Vladimir'de ben gibi bir kiliseye terk edilmişti. Belki de sadece bu yüzden onu seviyordum, benim acılarımı aynı ben gibi yaşayan biri olduğu için.

Yüzümü bile yıkamadan Bay Adrain'e yalan söylerek çiftlikten çıktım. Bugün gizlice onu tekrar görmeye gidiyordum, yalnızca ona bir kez daha bakmak istiyordum. Martinezlerin evi kasabanın biraz ilerisindeydi onların evine gitmek için ormanı geçmek gerekiyordu. Ben ise ormandan korkmuyordum ve güneş daha yeni doğuyordu. Ormandan geçeceğim taraf çok seyrek ağaçlarla kaplıydı. Bu yüzden güneş ve kuş şakırtıları arasında Martinezlerin büyük malikanesinin önünde durduğumda kendimle gurur duydum.

Malikanenin arkasına dolanarak bahçesine bakmak için büyük duvarı tırmandım.

Etrafta kimseler yoktu, belki de sabahın köründe geldiğim içindi ama kendime bir söz vermiştim ve ben sözümün eri biriydim. O kadını, sonunda ölümde olsa görecektim.

Beklemeye başladım.

Güneş başımın derisini paramparça etmiş gibiydi, o kadar sıcaktı ki yüzümden damlayan sıcak terler ellerimi yakıyordu. Güneşten korunmak ve birazda dinlenebilmek için bahçenin içine atladım. Bahçenin tam ortasındaki çam ağacına tırmandım. Üst dallarda birinde otururken, rüzgar saçlarımı savurduğunda ruhumun da titrediğini hissettim.

Orada ne kadar beklediğimi bilmiyordum, bulutlar güneşin önüne gerilmeye başlamıştı.

Sonra ağacın alt tarafından bir çıtırtı sesi duydum, ağacın köklerine doğru korkak bir şekilde bakarken onu gördüm. Bana bakıyordu, çığırmaması için içten içe tanrıya dua ediyordum. Kalbimin yerinden çıkacak gibi çırpınışları ellerime vurmuştu ellerim titriyordu, bunun nedeni onu gördüğüm için değildi; sanki bir hırsız gibi bir evin bahçesine girmiştim ve lanet bir çam ağacının üzerinde oturuyordum. O çok sakince gülümsedi. Gülümsemesi titrememi bir nebzede olsa durdurmuştu. "Tüm gün o ağacın üzerinde mi oturmayı düşünüyorsun?" dedi.

İnmekten çekiniyordum, acaba beni Bayan Martinez'e söyleyecek miydi. "Düşündüğün gibi değil." diyebildim ama o hala kahverengi gözlerini üzerime sabitlemişti, hiçbir şey söylemiyordu, siyah ruju ve siyah yerlere kadar uzanan elbisesiyle aşağıya inmemi bekliyordu.

Daha fazla sessizliğe dayanamayarak ve korkuyla ağaçtan aşağı sürtüne sürtüne indim. Hemen kendimi savunmaya başlayacaktım ki kadın sol elinin işaret parmağını kendi dudağına götürerek sus dedi. Sonrada tekrar aynı parmağıyla içeriyi işaret ederek "İçeride kasabanın önde gelen on ailesi var. Senin bu sürpriz gelişini duymalarını istemezsin değil mi?" dedi fısıldayarak. Onunla konuştuğuma inanamıyordum, bir haftadır hayallerimi süslüyordu ve şimdiyse karşımda duruyordu. Onun o dolgun dudaklarını öpmemek için kendimi tutuyordum. Gözleriyle tüm vücuduma bakışını izledikten sonra "Sende kimsin ve burada ne işin var?..." dedi biraz duraksayıp tekrar gözlerini vücudumda gezdirdikten sonra "Buraya baloya gelmiş olamazsın..." dedi. Bana böyle demesi kalbimi bir nebzede olsa kırmıştı. "Ah... Evet seni nerden tanıdığımı yeni hatırladım." dedi. "Geçen gün Forestina ile konuşuyordun." dedi gülümseyerek. Sonra hiç beklemediğim bir şey yaparak sağ elini bana doğru uzattı. "Ben Dakota Russo." dedi kendinden emin bir şekilde. Onun beni kovmasını beklerken o benimle tanışmak istiyordu. Gözlerini bir saniye olsun gözlerimden uzaklaştırmıyordu. Bir an gözlerinin içinde kaybolacağımı sandım. "B-Be-Ben Niklaus... Niklaus Romanov." dedim tokalaşırken, kendimden utanmıştım. Aptal bir çocuk gibi kekelemiştim. Kadının bana güleceğini varsayarak başımı öne eğdim. Ama o elini çeneme koyarak başımı kaldırdı. "Asla..." dedi. "Asla, önünde kim olursa olsun başını öne eğme." dedi sağ elini yüzümde gezdiriyordu, eli yanağıma dokunduğunda ürperdim. Elleri olması gerekenden daha soğuktu. Sanki bir buz parçasını elleriyle kırmaya çalışmış gibiydi.

"Şimdi Bay Romanov... İzin verirseniz benim şerefime verilen bir baloya katılmam gerek." dedi gülümseyerek. Ben daha ne olduğunu anlamadan yanımdan uzaklaşmıştı. Sadece arkadan gidişini izledim. Bugün dünyadaki en mutlu günüm olabilirdi.

Interview with the VampireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin