Bölüm 7

15 1 1
                                    


-Sen bu akşam Fadıl dayi ile get. O evime gelsın diyor. Adam koluma girdi, cevabımı bile beklemeden, sürüklenerek götürülüyordum. Yağmur durmuş, topraklı yollar sudan nasibini fazlası ile almıştı. Toprak yol çamur batağı gibi, biz birlikte batıp çıkıyorduk. Yaşlı kadın arkadan bizi takip ediyordu. Evlerin arasından geçtik bir müddet. Sonra bir sokağa girdik. Birkaç kapının ütünde ve penceresinde gaz lambaları yanıyordu. İki üç kapıdan sonra, yeşil boyalı bir kapının ününde durduk. Adam asma kilidi açmak için paltosunun cebinden anahtar çıkartı ve bahçe kapısını açtı. Birkaç adım attıktan onra başka bir kapı ama bu sefer ahşap kapı ve üzerinde yine büyük bir asma kilit vardı. Giriş kapındaki gibi tek seferde açtı. Elinde çok anahtar vardı. Sesinden anlaşılıyordu. Önce kendisi girdi, sonra ben en son yaşlı kadın. Hemen gaz lambalarını yaktılar, siyah saç sobaya tezek ve çalı çırpı koyup yaktılar. En son yediğimiz öğlen yemekleri ile duruyorduk hepimiz. Yaşlı kadın, saç sobanın ütüne su dolu semaveri koydu. O kaynarken içerden kahvaltılık ama bu sefer zengin bir kahvaltı sinisi ile döndü. Kaymak, reçel, köy domatesi, zeytin, yağda kızarttığı yumurta ve tandır ekmeği. Sininin üstünde yer kalmamıştı. Yaşlı kadın bunları hazırlarken dayı karşısında sağır varmış gibi ve gülerek Ömer diyordu kendini işaret ederek. Bende kendimi tanıttım. Karşılıklı minderlere oturmuştuk. El işi oldu, yastıkların ucunda bulunan oyaların büyük bir titizlikle nakşedildiği belli oluyordu. Tütün sigarası içiyordu. Tabaklığını bana uzatarak, al sende sar diyordu. Bende el işareti ile hayır dedim. Güldü ve bir şeyler söyledi.

Ünümüze gelen siniye buyur etti beni, sobanın üstündeki sıcak su ile çay demledi yaşlı kadın. Mavi büyük kulplu bir çaydanlık, suyu koyduktan sonra demlenmesi için semaverin yanına koydu. Biraz atıştırdıktan sonra, yorgan, yatık ve döşek getirdi yaşlı kadın. Soba ile duvar arasına serdi. Tam köşede kalmıştı. Evin en sıcak yeri burası olması gerekiyordu. Derin ve mutlu, huzurlu bir uyku çektim. Evimde uyumuşum gibi bir huzurla uyandım. Kulağıma fısıltı birkaç ses geldi. Fazla hareket etmeden. Sesin yönüne baktım. Adam namaz kılıyordu, kadın da arkasında Kur an okuyordu. Adam namazını bitirdi, eline tespih aldı ve kısık bir ses ile Allah, Allah dediğini duyuyordum. Hiç hareket etmeden öylece tavana baktım. Karanlık odanın içini aydınlatan saç sobanın altındaki ve üstündeki deliklerden çıkan ışıktı. Huzur veriyordu. Tavanda gölge oyunları vardı. Biri bitiyor, bir diğeri başlıyordu. Ben bunları seyrederken bir daha uyumuşum. Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum. Ama kendi kendime uyandım. Yaşlı kadın kahvaltı hazırlıyordu, bardakların ve kaşıkların sesinden anlaşılıyordu. İlk gördüğümde yapmış olduğum aşağılama hissinden şimdi daha da utanç duymaya başladım. Anacığım bana böyle öğretmemişti. İnsanları dış görünüşü ile yargılıyor ve yeni kurulan bir devletin dilini bilmiyorlar diye ayıplamıştım. Bunları öğretmek ben ve benim gibi yeni nesil öğretmenlerin işi idi. Kahvaltımızı yaptıktan sonra. Benimle birlikte dışarı çıktılar. Ellerini öptüm. Fatma teyzeye çok, çok teşekkür ederek ayrıldım oradan.

Benim ile birlikte gelmesi için komşularının çocuğunu çağırmışlardı. Mehmet isminde. Esmer, üstünde turuncu ve siyah motiveli bir kazak, altında dizleri yırtılmış pinelenmiş siyahtan griye dünmüş pantolon ve topuğuna bastığı kara bir çızlavat. Yola koyulduğumuzda onun atmış olduğu küçük adımlarına yetişemiyordum. Bir kedi gibi yağmurdan bozulmuş yolda oradan oraya atlıyordu. Ona yetişmeye çalışırken, kasabanın içerisinden nasıl geçtiğimizi ve nasıl M.E. B'nın ününe geldiğimizi fark etmedim. İki katlı bina, çatısı kiremitten ve duvarları moderne binaların aksine kireç ile badanası yapılmıştı. Ününde sadece tek bir bayrak direği, çevresi boş, çölün ortasına kurulan bir karargâh gibi. Beni getiren Mehmet'in saçlarını okşayıp teşekkür ettim. İlk girişte masa, masanın başında bekleyen bir memur karşıladı beni. Küçük bir kasaba olduğu için sürekli karşılaşıyorduk kasabada ve adının Nevzat olduğunu öğrendim. Kahverengi takım elbise içerisinde kır saçlı, pala bıyıklı, yuvarlak yüz çehresi, siyah gözleri vardı. Elini uzattı, 'hoş geldiniz' dedi bana. Buraya yeni tayin olduğumu, kayıt yaptırıp, lojman ve atanacağım okulu öğrenmek için geldiğimi söyledim. Sağdaki iki gri kapıyı geçtikten sonra, kayıt odasına girdik. Tayin evrakları ve diplomamı verdim. İçeride üç masa, üstleri evraklarla dolu sadece bir çalışan vardı. kayıt işlemlerini yapan; benim yaşıtlarımda, şişman, al yanaklı, nezle hastalığına yakalanmış sürekli burnunu çekiyordu. Bana bir çay ikram ettiler. Kapının sol tarafında bulunan sandalyeye oturdum. Ben çayımı bitirmeden kayıt işlemleri hal oldu. Diplomamı ve gideceğim okulun adresi olan atama evrağını benimle birlikte içeride bekleyen Nevzat bey alıp müdüre imzalatıp bana geri verdiler. Okulun yolunu tarif ettikten sonra yola koyuldum. Kurtuluş ilk öğretim okulu. İndiğim tren istasyonun arkasında yer alıyordu. İki katlı, on beş derslik ve etrafı bir metre ile çevrilmiş bir tarafında büyük futbol sahası, diğer tarafta da büyük dut ağaçları ve altında ki banklarda oturan birkaç öğrenci vardı. Bahçe kapısının solunda dört çeşme, ününde küçük bir havuz yapılmıştı. Bunun aynısını küçükken kendi okul bahçesinde de vardı. ayakkabıları çamur olduğunda hemen burada yıkar öyle girerlerdi okulun içine. Bir keresinde unutmuş ve okul müdürüne yakalanmıştı. Şişko ve kel müdür kulaklarındaki kan çekilinceye kadar sıkmıştı. Adete bir nostalji yaşıyordu. Gülerek ayakkabılarını kontrol etti. Bu esnada kendisini gören siyah önlüklü on üç yaşlarındaki bir erkek öğrenci yanına geldi. Kendine has şivesi ile 'Yardımcı olabilir miyim? Dedi. Öğretmen olduğunu ve müdür yardımcısı ile görüşmek istediğini belirtti. Öğrenci sağ kolu ile 'Bu taraftan' dermiş gibi yolu gösterdi. İçerde çocukların çıkartmış oldukları uğultu, öğretmenlerin sesleri koridorda yankılanıyordu. Birkaç derslik kapısını geçtikten sonra, kapının sol tarafında büyük harfler ile Müdür Yardımcı Zeki Kaya yazan kapıyı gösterdi öğrenci. Çocuk giderken fark etmişti kolunca kırmızı ve üzerinde beyaz yazı ile yazılan 'Nöbetçi Öğrenci' yazısını. Kapıya iki defa tıkladıktan sonra içeri girdi. Kestane ağacından yapılmış bir masa üstünde çok çalışıldığı için aşınmış cilası hemen göze batıyordu. Birkaç tana mavi dosya üst, üste kapalı bir şekilde duruyor. Bir tane boş kalemlik, kırmızı topuzlu mühür ve sağ tarafta da takvim yer alıyordu. Birinci katta olmasına rağmen çok ferah ve küçük bir odaydı. Pencerenin sol tarafında yer alan küçük bir tel raf, içerisine harf sırası ile konulmuş mavi klasörler, girişin sağ tarafta duvar saati, onun altında üç tane ahşap cilasız sandalye ve bir tane aynı sandalye takımından sehpa, sol tarafında sırtı duvara, kapıları masaya bakan metal dolap yer alıyordu. Basanın arkasında yer alan keten döner koltukta; kel, sadece kulakları üşümesin diye bir saç yığını vardı. Kafası adeta saçı yüzünden 'Hilal' gibiydi. Uzamış kaşlar, çukurlarından görünmeyen gözleri, komana bir burun, çatlamış dudakları, kısa boylu ve göbekli biriydi. Kapının açıldığını fark edince başını çevirdi, bana baktı. Öğretmen olduğumu belirtince hoş bir karşılama yaptı. Yüzünün çehresi değişmese de, bir Batılı olduğumu fark ettiği için kibar davranıyor, sözcükleri dilinin ucundan dökmeye çalışıyordu. Anadolu'lu oldu ve Konya'lı olduğunu sohbet ilerledikçe açıklıyor, konuştukça ilk konuştuğu aksandan kurtulup kendi özüne dündü. İkinci sınıfların öğretmeni olduğumu söyledi bana.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 20, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Öğretmen 1940Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin