Bölüm 6

14 1 2
                                    



-İşin açıkçası pek anlamam. İkisini de bilmem. Mahcup bir tavırla. Nereden öğrenecektim! Babamı kurtuluş savaşında yitirdim. Zavallı anam beni tek başına büyüttü. Daha çocuk yaşta çalışmaya başladım. Akranlarım sahil kenarlarında, banklarda kızlarla gezip eğlenirken ben ve bir başımızla anacığımla hayat derdindeydik. Üniversite dönemlerinde arkadaşların alay konusu olmamak için sadece kahvehaneye giderdim. Kendi kendine hayallere dalarak. Geri gelmesi Hamza'nın sesi ile oldu.

-Ciddi misiniz? Bende yolda sıkılırsak oynarız diye düşünmüştüm. Tavla da bilmez misiniz?

-Biraz, o da sizde eşlik etmek için oynarım. Pek anlamam çünkü. Ortadaki masanın üstüne koydu tavlayı taşları dizdikten sonra karşılıklı attılar zarları.

Kayseri'de indi asker. Çok teşekkür edip, mutluluğunu belirten bir ifade ile. Yanında ki adamın, ne zaman, nerede indiğini bile hatırlamıyordu. Bir gece ve iki gündüz geçmişti. Akşam vaktinde tren Adana garına girdi. Sirenleri yeri göğü yararak. Suat pencere insanları seyrederken, yanına bir çift girdi. Köylü kılıklı. Bir sürü eşya ile. Sağa, sola çarpıyor ellerindeki boş bidon kapları, yoğurt kapları. Adam Selam verdi. Selamını aynı şekilde aldı. eski kahve rengi bir ceket, üstünde rengi solmuş gri bir palto, başında siyah kasket, altında hangi renk olduğunu anlamadığı şalvar ve siyah lastik tarabzan ayakkabı. Kısa boylu ve yaşlı idi. Yaşlı kadının başında beyaz yazma, omuzlarından ayak bileklerine kadar inen siyah çarşaf vardı üzerinde. Adam karşımda ki koltuğa oturdu. Kadın onu tanımıyor gibi. Bir koltuk boş bırakarak kapı kenarına oturdu. Çok kötü sarımsak kokusu vardı üzerlerinde. Dayanılacak gibi değildi. Pencereyi açarsam hasta olurum, açmazsam boğulurum diyordu kendi kendine. Bahar ayı, hasta olmak içten bile değildi. Yolumuz daha uzundu. En son görevliye sorduğumda akşam Diyarbakır da olacağımızı söylemişti. Daha tam bir gecemiz vardı. Bir ara uyuduğumu ve uyandığımı hatırlıyorum. Sabah olmuştu. Yüzüme yeni günün ışıkları vuruyordu. Karnım acıkmıştı. Üsteki bavulumdan birkaç kahvaltılık zeytin peynir ve biraz ekmek çıkarttım. Yaşlı amca yoğurt kabından bir domates çıkarttı uzattı. Kürtçe bir şeyler söyledi. Anlamıyordum. Yüzünde güleç bir ifade vardı. Gece ilk geldiklerinde biraz aşağılamıştım. Uatndım kendimden. Diyarbakır'a kadar tek laf bile etmedik birbirimize. Bazen göz göze geliyor bana gülüyordu adam. İsteseydikte anlaşamazdık. Geceye yarısına yakın bir saate vardık Diyarbakır'ın Bismil kasabasına. Onlarda benimle indiler. Benim tek bir bavulum olduğu için onlardan önce indim. Fazla inen ve bir kalabalık yoktu. Birkaç köylü kılıklı erkek haricinde. Hemen gar bekçisinin yanına gittim. Ona öğretmen olduğumu, ve öğretmen evine nasıl gidebileceğimi sordum. Kendine has bir şivesi ile;

-Burada öğretmen evı yoğğ. Dedi.

-Sabaha kadar nerde kalabilirim peki?

-Burada kal, garın içinde. Dedi. Hava yağmurlu ve soğuktu. Elektirik namına hiçbir şey yoktu. Garın içini aydınlatan gazlı lambalar, içeriyi loş bir hava katıyordu. Ben etrafımı ve düşünceler yumağının içinde iken. Benimle aynı kompartımanı paylaşan amca bekçi ile konuşuyordu bana bakarak. Bekçi ile yanıma geldi amca. Yaşlı kadın uzaktan izliyordu. Bekçi Kürtçe söylenenleri yarım yamalak Türkçeye çeviriyordu.


Öğretmen 1940Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin