KAHVERENGİNDE GÖZYAŞI

31 3 2
                                    

        Yol boyunca sorular birikti kafamda, neyin korkusuydu bu bendeki, buse ye ne oldu? Neden bu saatte geceyi 03.41 gösterirken gelmemi istedi. Payımıza ne düşecekti? gecenin fırtınasıyla gidiyoruz babamla, hafiften sorular geliyordu babamdan. Komşumuz diyerekten yardıma gidiyoruz sanıyordu, bilmiyordu bizdeki derin sevdayı. Varmıştık hastaneye, buse hastane köşesinde öylece ağlıyordu damla, damla dökülüyordu kahverenginde gözyaşları. Güzel gözleri vardı kahverengi renginde, ağlayış ona yakışmıyordu. Sarıldı sımsıkı boynuma, sanki yılların hasretiydi bu sarılış. Kalbimde hızlı atışları hissetmiştim, biliyorum sevgiyle heyecandı bu ilk sarılışı. Babamda arkamızda şaşkınlıkla baka kalmıştı, busenin bana sımsıkı sarılışına. Artık oda farkındaydı, bu sarılış acısını sindirmek için değildi, kayıp acısını yaşadığından bana kavuşmanın sarılışıydı, sevdaya doğuşuydu. Dile ne kolay daha yedi hafta öncesinde tatlı ihtiyarların ziyaretine gitmişti. Babaannesi ve ağababası sobanın zehirlenmesiyle hastaneye kaldırılan o tatlı ihtiyarlar, veda busesinin otuz beş dakika öncesinde dünyaya veda etmiştir gözleri. Neyin vedasıydı bu? Buse çok severdi? Demek bu ziyaretleri son bir görüştü. Babam o lafı duyunca hemen hastane içerisine girip komşusunun yanına vardı, teselli olamazdı fakat yanlarında olması da iyi bir nimettir. Buse ile aramızda hiç konuşma geçmiyordu, nasıl geçebilir ki bu durumda, sadece sarılmakta ve başını omzuma koyup gözlerinden damlalar akıyordu, kahverenginde. Eşlik ediyordu göz bebeklerim. İkimiz de ağlamaktaydık, bu gece bizim payımıza düştü iki kayıp. Buse kötüydü, buse sancıdaydı, buse kördüğümdeydi çözülmeyecek bir hüznü yaşıyordu, dilim konuşmaya varmıyordu. Saatler geçti hala omzumda başı. Artık son görevimizi yapmalıydık, yokken var olduğumuz bu hayatta, zaman dolduğunda gideceğimiz toprak, mezar. Sala okunuyordu annem defalarca aramış farkına varamadım, babamın yanına gittim hızlı adımlarla, buse yalnız kalamazdı. Babam annemle görüşmüş oda cenazeye gelecekmiş zaten. Sala okundu ve biterken o isimler okundu, buse tekrar çıldırırcasına gözyaşlarına boğuldu. Yere yıkılmasına izin veremezdim sıkı, sıkı kollarını tuttum. Tekrar başı omzumla buluştu, yine gecedeki ağlayış, sessiz ve sakin.

İşte o an gelmişti mezarın başındaydık, dönmemek üzere ihtiyarların bedenin üzerine dökülen kumlar. Neyin gidişiydi bu? Hepimiz böyle mi gideceğiz? nasıl bir şekilde ölümle tanışacağız? şoktaydım, ilk kez mezarlıkta gömülmekte olan iki beden. O kadar çok gözyaşları var ki burada, hesabını yapamıyorum. Allah ikisinin toprağını bol eğlesin inşallah. Busem küreği alıp iki mezara toprak atmak için gayret ediyordu. Ayakta duracak mecali kalmamıştı ki busemin. İmam gereğini yaptı, oradan gitmek herkes için zor olmuştu, buse defalarca geri dönmekle uğraşırken, biz engel olduk.

Şimdi ayrıyız busemle, nasıldır acaba şimdi? Sormak bile saçma, nasıl olabilir ki. Bundan haftalar öncesi iki kayıbım var demiştim, yanılmışım. Asıl iki kayıp bu olsa gerek, artık nefes almayan insan. Ölüm ne garip şey, bir o kadar da gerçek bir şey. Bu hayatın kendisi yalan aslında. Yatağıma giderken telefonumu elime alıp buseyi aradım, meşgule atıp mesaj attı; (( Dermanım yok Adem özür dilerim, beni merak etme ben iyiyim, senden ricam sadece uyu, sana ihtiyacım var, birkaç afta okula gelmem, belki görüşemeyeceğiz de, kendine dikkat et, ben iyi olmaya gayret edeceğim, seni seviyorum... )) Gözlerimden iki damladan fazla yaş akarken cevabını ilettim ona; (( Busem, iyi ol tamam, bolca dua etki onların tek muhtacı dua olacaktır, geçer bunlar diyemiyorum ama unutulmayacak onlar, onları iyi bir şekilde hep hatırla, sen uyu diyeceğim ama uymayacaksın biliyorum, ağlama diyeceğim ama ağlamasan hiç iyi olamayacaksın, ağla canım ağla. Başın sağ olsun canım. Senin için iyi olacağım busem. Seni seviyorum... ))

Sabahın güneşiyle uyanırken, hazırlanmak için koşturmadım çünkü bende okula gitmek istemedim. Onsuz okul benim için ne anlam katabilirdi ki. Annem çıkıp geldi odaya, yorganı açıp; - Oğlum tembelliğin mi tuttu, hey okul saati geliyor kalk bakalım. Dedi. Yorganı tekrar üstüme çekip; + Annecim okula gitmek istemiyorum lütfen. Dedim ama ne fayda, ya okul ya okul, hayaller Paris. Kalkıp gittim okula, birde geciktim yarım gün yok sayıldım artık. Gerçi en ufak devamsızlığımda yok, hiç dokunmaz bana. Okuldan kaçmaya karar verdim, nede olsa bir şey anlayamıyordum, tüm dikkatim busedeydi. Nasıldır acaba?

Üç, dört gündür kaçıp durdum okuldan, bizimkilerde beni okulda zannediyor, beşinci günde babam takip etti, sağ olsun okul müdürü bilgilendirdi devamsızlığı var diye. Sahil kenarında derin düşüncelere dalmıştım ve elime roman alıp okuyordum babamın hediye ettiği sonuncu romandı. Babam aniden yanıma oturup elimden kitabı aldı, bana göstererek; - Okuldan kaçıp burada kitap mı okuyorsun oğlum? Dedi kızarak. Boynumu bükerek özür diledim. Babam her şeyin farkındaydı uzun, uzun konuşmaya başladı.

- Bak oğlum belli ki komşu kızı buseyi sevmişsin, aşkın yaşı olmaz doğrudur ama yeri ve zamanı olur oğlum. Anlıyorum seni buse sevdiklerini kaybetti, zor durum. Ama oğlum ağlamak, zırlamak, hayatından ilişkiyi koparmak neyi geri getirebilir oğlum. Ne olursa olsun, ben dahi Allah korusun ölürsem bile, hayatından kopma. Sen sapa sağlam ol ki buseye iyi gelesin. Yas tut tamam ama yasın yanında okulunu da atlatma hiçbir şey anlamıyorsan bile, en ufak bir şey senin için iyi bir gelişme. Pes etmen bir şeyi fayda etmez özle, bekle. Buse bir gün yine sana adem diyecek belki de aşkım, ben burada seninle bir baba değil arkadaş gibi konuşuyorum. Sevmek suç ve günah değil ama oğlum sakın yanlış yapma, aşkın kör noktaları vardır, sen aldanma. Aşk ağaçların ayrı, ayrı yerlerde durması gibidir. O başka yerde yaprak açsın sevdasına, sen başka yerde yaprak aç sevdana. Benden bu kadar oğlum, al şimdi bu kitabı ve hakkını ver, geç kalmadan eve gelirsin ben gidiyorum. Dedi ve kalkıp gitti. Ben hiçbir şey söylemeden gitti, bana güven verdi bu konuşmaları, haklıydı babam.

Eve döndüm saat 17:12 geçerken, içeri girdim ki yine kalabalık masam ve iki fazla sandalye. Hiç tadım tuzum yoktu ama özlemişim ablamı ve Ferhat ağabeyimi bir, bir öptüm herkesi ve yerime geçtim, gülüşleri vardı ama tadım yoktu, yine de masa sakinlerine çaktırmadan, yüreğimi ağlatıyordum, yüzümü gülücük maskesine çevirmiştim. Fakat annemden hiçbir şey kaçmazdı, farkındaydı içimdeki yangınından. Güzel bir kalabalıktan sonra odama çekilip, müziğe daldım. Ferhat göçer – Üzüm parçasıydı henüz yeni çıkmıştı;

Herkesin var bir hikayesi,
Gidenleri var, kalanları var.
Hiç bitmeyen şikayetleri,
Sönenleri var, yananları var.
Seni ilk gördüğüm o günden beri,
Adına aşk deyip bağlandım.
Hem mutluluğu paylaşmaya,
Hem acılarına ortağım.

Bu şarkı sözleri yaşadığım bu olaya karşılık yakındı bize, adeta buseyi anlatıyordu, onun hikayesinde gidenleri vardı, şikayetleri vardı. Bu şarkı sözünü mesaj olarak yolladım buseme ve bir notta ben ekledim; '' Sana olan sevgim tartılamaz busem, sensizliğin kaçıncı gününde olursam olayım, saniyesinde sana hasretim, sevenin seninle bir ömür, elimi hasret bırakma busem. iyi ol, iyi ol, iyi ol. ''

Kahverengi gözlerindeki yaşlar ona yakışmıyordu, busem...

KAYIPWhere stories live. Discover now