“Ne?” Olduğum yerde irkilmiştim. “Orada ne var Mert?” O sırada asansör çalıştı ve aşağıya inip kapı açıldı. Değneklerim eşliğinde ayağa kalktım ve dışarıya çıktım. Mert cevap vermemişti. “Mert?” Panik olmuş bir şekilde “Asansör çalıştı,” dedim. “Hemen geri dönmen gerekiyor.” Yine cevap gelmemişti ve o an telefonun kapanmış olduğunu fark ettim. Hemen ağlayarak yemekhaneye doğru hızla ilerlemeye çalıştım. Beni iten kişi eminim ki Mert’e bir şey yapmıştı. Elim ağzımda, kafamda oluşan kötü senaryoları yok etmeye çalışıyordum. Ama işe yaramıyordu. Onu öldürmüş olması o kadar olasıydı ki…
Tek elimle yemekhanenin kapısını açtım. Gözümden akan yaşlar, halim, saçım başım umurumda bile değildi. Tüm gözler bana çevrilmişti. Herkes susmuş, bana bakıyordu. Ancak bu kez ilk kez olduğundan daha fazla uzun sürmüştü. Hepsi neler olduğunu merak ediyor olmalıydı. Hiçbirini umursamayıp masalarda göz gezdirdim. Efe’yi arıyordum. Sonunda onun bulunduğu masayı gördüm ve oraya doğru ilerledim. Tüm gözler beni takip ediyordu.
Efe ayağa kalktı ve bana doğru yaklaştı. Yüzümü ellerinin arasına aldı ve “Neler oluyor?” dedi.
Bir şeyler söylemeye çalıştım; ancak ağlamaktan konuşamıyordum. Söylemek istediğim kelimeler boğuk bir ses olarak çıkmıştı.
Etrafına baktı ve “Önünüze dönün!” diye bağırdı. O sırada arkadaki masada oturan Burçeleri gördüm. Hepsi endişeli ve merak dolu gözüküyorlardı. Yemekhanedekiler kafalarını önlerine çevirdiler. Ama sessizlik devam ediyordu. “Gel,” dedi ve bir elimdeki değneği alıp koluma girdi. “Dışarıda konuşalım.”
Dışarı çıktığımızda hızlıca kapıyı kapattı ve bana döndü. Ağlayarak kafamı göğsüne koydum. Mert’e bir şey olmuştu ve bu o kadar korkunçtu ki… En kötü yanı her şeyin benim yüzümden olmasıydı.
“Ne oldu İzel?” dedi. Sesi hafif titremişti.
“Mert…” dedim. Sözümün devamını getiremiyordum.
“Ne oldu ona?” dedi. Sinirlenmiş gözüküyordu. “Sana bir şey mi yaptı?”
Dudaklarımı ısırarak kafamı salladım. “Dün gece beni iten kişi…” Aklıma dün geceki sahne gelince yine çok kötü olmuştum. Ağlamayı kesmek için gösterdiğim derin çaba eşliğinde “Sanırım ona da bir şey yaptı.”
“Bu ne demek?” dedi. “Ne yaptı?”
“Asansörde kalmıştık,” dedim. Ağladığım için muhtemelen söylediklerimi ayırt etmekte zorlanıyordu. “Ona dün olanları anlattım ve panik olduğumu görünce bir an önce beni oradan çıkarmak için asansörün üstüne çıkıp havalandırmaya girdi. Bir yandan telefonda konuşuyorduk. Sonra bir yere düştü ve bodrum katının oraya düştüğünü söyledi.” Ağlamaya devam ettim. Delirmiş gibi hissediyordum. Tüm bu olanlar o kadar tuhaftı ki… Okula geleli sadece dört gün olmuştu ve başıma gelen şeyler bir cinayet filminin senaryosuna ait gibiydi. “O an hat kesildi ve asansör çalıştı.”
“Tekrar aramayı denedin mi?” dedi.
Kafamı olumsuz anlamda salladım. Elimden telefonumu aldı ve birkaç tuşa bastıktan sonra kulağına koydu.
“Çalıyor.” İçimde bir ümit kırıntısı oluşmuştu. Belki de sadece telefon çekmemiş ve kapanmıştı. Ağlamam durmuş öylece kalbimin deli gibi atışlarıyla Efe’ye doğru bakıyordum. Telefonu kulağından çekti ve “Açmıyor,” diyerek telefonu elime verdi. Ağlamaya devam ettim. Yanağımdaki yaşları hızla sildi ve “Ben de oraya gidiyorum,” dedi.
Dehşete düşmüş bir şekilde “Havalandırmaya mı?” diye sordum. “Asla! Sana da bir şey olmasını istemiyorum.”
“Hayır, anahtarı alıp bodrum katına gideceğim. Odana git, ben oraya gelirim,” dedi. Hızla merdivene doğru yürürken kolunu tuttum. Bana doğru döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bodrum
Teen FictionUyarı: Bu romanı 15 yaşında yazdığım için beklentilerinizi kenara bırakmanızı şiddetle öneririm. -Beyza Doğuç.