11. Bölüm *Fotoğraf*

6.7K 431 32
                                    

Hıçkırıklarım kesilmiyordu. Birkaç dakika boyunca nefesim kesilircesine başım göğsünde ağlamaya devam ettim. Sonra hafif bir kıpırtı hissedip hızla kafamı kaldırdım. “Efe?”

Hayır, hala cansız bedeniyle öylece duruyordu. Elinde tuttuğu bıçağa baktım. Kendisini öldürmüş olmasını kabul edemiyordum. Ağlayarak gözyaşlarımla ıslanmış saçlarımı geriye attım. Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Müdüre veya okul yetkililerinden birisine mi haber vermeliydim? Yoksa odama mı çıkmalıydım? İkisi de mantıklı değildi. Mantıklı düşünemiyordum. Müdür buraya girmenin yasak olduğunu biliyordu ve buraya girdiğim için beni okuldan atabilirdi. Hatta Efe’nin ölümünden beni bile suçlayabilirdi. Yatağıma gidip öylece yatamazdım da. Sonra Mert’in yanına gidip ona haber vermenin en doğrusu olacağını düşündüm.

Yavaşça yerden değneklerimi alıp ayağa kalktım. Dizlerim, ellerim, tüm bedenim titrediği için yürümekte normalde olduğundan daha fazla zorlanıyordum. Olabildiğince seri olmaya çalışarak dışarıya çıktım. Kulağımda bir uğultu oluşmuştu. Değneklerimin çıkardığı takırtıları veya hıçkırıklarımın sesini net duyamıyordum. Gözyaşlarım yüzünden görüşüm bulanıklaşmıştı. En kötüsü hislerin en kötüsünü yaşıyordum. Bu, annemi ve babamı kaybettiğimde hissettiğimden bile farklı bir duyguydu. Birisinin benim yüzümden ölmesi… Benim için ölmesi… Hayattan soyutlanmış gibiydim.

Sonunda bodrumdan çıktım ve sesimi bastırmaya çalışarak sessizce yukarıya çıkmaya başladım. Şuan en yakalanmamam gereken zamandı. Üstüm başım kan içerisindeydi ve bodrumda bir ceset vardı.

Merdivenleri çıkmayı bitirdikten sonra erkeklerin yatakhane katının ucunda durdum. Hangisi Mert’in odasıydı? Kafam çalışmıyordu. Beynim durmuş gibiydi. İçgüdülerime güvenerek kapılardan birisini yavaşça açtım ve yatağında yatan Mert’i gördüm. Sessiz bir şekilde yanına gittim ve onu dürttüm. Gözlerini yavaşça açtı ve kim olduğumu anlaması birkaç saniyesini aldı.

“İzel?” Gözlerini ovuşturup doğruldu. “Ne arıyorsun burada?” Sesi fısıldamanın bir ton üzerinde olduğundan diğerlerinin uyanmasından korktum ve dışarıyı işaret edip dışarıya çıktım. Mert de yatağından kalkıp dışarıya çıktı ve sessizce kapıyı kapattı. Bana döndüğünde suratı dehşet bir hal aldı. “Neler oluyor?”

Durdurmayı başardığım hıçkırıklarım yine kendisini göstermişti.

“Yaralı mısın?” Yanıma yaklaştı. Derin bir panik içerisine girmişti.

Kafamı hayır anlamında sallayıp “Efe,” dedim. Sesim o kadar boğuk çıkmıştı ki söylediğim şeyi ben bile anlayamamıştım.

“Ne?”

Daha düzgün bir şekilde “Efe,” diye tekrar ettim.

“Ne olmuş?” dedi.

“Öldü.” Bunu sesli bir şekilde ifade edince bu kez daha fazla ağlamaya başlamıştım. Bu korkunçtu. Berbattı. Kullanabileceğim tüm kötü sıfatların bile ötesinde bir histi.

“Ne?” Nefes alış verişi hızlanmıştı. “Nasıl?” Elini başına götürdü ve derin bir nefes aldı. “Nerede?”

“Kendisini öldürdü,” diye bağırdım. Sonra fazla bağırdığımı fark edip fısıldayarak “Aşağıda, bodrumda,” dedim. Ağlamayı durduramıyordum.

Mert koşarak merdivenlere yöneldi. Ben de arkasından gitmeye başladım. Bir aşağı kata vardığımda çoktan bodruma ulaşmış olmalıydı. Sonunda ben de bodruma indiğimde kapıdan geri çıktı. Anlamsız bir suratla bana bakıyordu. “Burada kimse yok İzel.”

“Ne?” Ağlamayı kesip yutkunup daha hızlı bir şekilde odaya girdim. Efe’nin birkaç dakika önce yattığı yer şimdi tertemiz, bomboştu. Ne kan, ne bir iz… Hiçbir şey yoktu. Odanın ortasına, Efe’nin yatıyor olduğu yere gidip “Hayır, hayır, hayır buradaydı,” dedim. Aklım almıyordu. “Birisi onu yok etmiş olmalı. Onu ölmeye zorlayan kişi bunu yaptı, cesedi yok etti.” Tekrar ağlamaya başladım. “Şimdi bedenini de kaybettim.” Yere çöktüm. Daha kötü hissedebilir miydim?

BodrumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin