Nelerle karşılaşacağım hakkında hiçbir fikrim olmadan babamın odasına giden koridorda yürürken yüzüme bir daha hiç çıkmamak üzere sabitlediğim donuk ifadenin arkasına saklanmak alabileceğim tek ve en iyi tedbirdi. Çünkü uzun bir zamandan sonra nihayet idrak ediyordunuz, içinizdeki duyguları açığa vurmak size hiçbir zaman hiçbir şey getirmiyordu. Bilakis elinizde ne var ne yoksa alıp götürüyor, benliğinizden geriye tek bir şey bile kalmıyordu."Korkuyorum sanırım."
"Sana bir şey yapmasına izin vermem Jimin."
"Sen önce kendi kıçını kurtar."
Haklıydı. Beni mahvedecekti, azıcık şanslıysam o odadan sağ çıkmazdım. Ama Jimin'e bir şey olmasını istemiyordum. Daha fazla insanı kaybetmek istemiyordum.
Geniş koridorda yürürken yanımızdan iki kişi geçti. Yüzlerini görmemiştim, bir askerle saçı üçe vurulmuş esirdi. Esirin ensesinden tutarak başını eğmesini sağlıyor, kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Koridorun sonunda babamın odasına açılan kapıdan başka bir yer olmadığını hatırladığımda kaşlarımı çatarak adımlarımı hızlandırdım.
"Ne oldu?"
Bana yetişmeye çalışan Jimin tam kapının önünde durduğumda nefes nefese kolumu tuttu.
"Tae?"
"Buraya mı girdiler?"
"Camdan atlayacak halleri yok ya tabi buraya girdiler. Ne olmuş? Baban her gün yüzlerce insanla muhattap oluyor burada."
"Ben bir an sandımki... Neyse."
Yüz ifadesi garip bir hale büründüğünde onunda aynı şeyi düşündüğünü anladım. Titreyen elimle ahşap kapı kulpunu kavradığımda beni durdurdu.
"Yüzünü gördün mü?"
"Hayır."
Başını iki yana sallayarak elimin üzerinden parmaklarını çekti ve kapıyı tıklattığında birkaç saniye sonra kulpu indirdim. Kalbimin çarpma sesi kulaklarımda uğulduyordu. İçerideki manzarayı görüpte sakin kalmam bir lütuftu, yüz ifademi kontrol altında tutabilmem.
Jimin ardından kapıyı kapattığında odada rahatsız edici bir sessizlik oluştu. Ona bakamıyordum, gözlerimi daima yüzünde üzgün ifadesi olan, şimdi ise gözlerine kadar ulaşan sırıtmasıyla beni süzen ihtiyardan alıp aynı ablası gibi babamın hemen yanında başı önüne eğik, dizleri üzerine çökmüş oturan Hoseok'a bakamıyordum.
Kelimenin tam anlamıyla ihanete uğramıştım. Bana son sigarasını veren, sevdiğim adamı emanet ettiğim bu ihtiyar tarafından. Konuşmalarımız aklıma geldi, yemek vermeyi unutmamasını tembihleyişim. Onu asla ihmal etmeyeceğine söz verişi...
Üç hafta boyunca ona ne yapmıştı? Kömür karası saçlarını kesmekten başka ona neler yapmıştı?
Karşımdaki masada babam vardı, dizlerinin dibinde Hoseok. Hoseok'un hemen solundaki sandalyede o sarı dişli piç asker vardı. İhtiyar da babamın sağında oturuyordu.
Onu öldüreceğim.
"Geç kaldınız." Gözü cep saatine kaydığında dudağını bükmüştü babam. "Üç dakika kadar falan."
Konuşmak istiyordum ama sözcüklerim kayıp gibiydi. Karşımdaki manzaraya tepki vermemeye çalışırken boğulacak gibi hissediyordum. Çenemin titremesine engel olmayı umarak nefes verdim. Hoseok beni tanımıyordu, yüzümü hiç görmemişti. Belki kafasını kaldırmazsa, yüzümdeki var olduğunu bildiği yara izimi görmezse yada kimse ismimi söylemezse ilk yüz yüze karşılaşmamız bu berbat anda olmayabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Haisha
FanfictionÇoktan gittiğini biliyorum ama bazen yemin ederim Rüzgar estiğinde senin sesini duyuyorum 2 Mart 2016 ∞ 12 Mart 2016