Acı dalgalar içime vurup durdukça vücudumun kontrolden çıkmış bir halde kasılıp duruyordu. Uzaklardan paniklemiş sesleri duyuyor ne dediklerini anlamaya çalışıyordum.
“ Tanrı aşkına sizin derdiniz ne!” kadifemsi ses birden kükredi. Tanıdık gelen bir sesti.
“ mesajın var” dedi daha kalın bir sese sahip olan adam. “ Al şunu”
Bıçağın verdiği lime lime eden derin acı haricinde hiçbir şeyin anlamı yoktu. Sıktığım gözlerimi yavaşça açtım. Her şey bulanıktı ama elli santim uzaklıkta iki adamın ayakta dikilmiş bir şeyler söylediğini görebiliyordum. Kimler olduğunu tam seçemesem de biri diğerine göre çok daha kilolu ve iri yarıydı.
“ Bu saçmalık” daha zayıf olan elindeki kağıt parçasını lime lime etti “ böyle bir şey olmayacak” dedi tükürürcesine konuşarak. İri yarı olan bana doğru yaklaştığı sırada gözlerimi tekrar sımsıkı kapattım.
Güçlü eller kollarıma yapıştı. Acım bir anda zirveye ulaştı. Ağzımı açtım boğuk bir çığlık yükseldi.
“ Kes şunu! Lütfen” üstümdeki el geri çekildi ama hala karnımdan başlayan ve bütün vücuduma yayılan acı çok güçlüydü. İki adam konuşmalarına devam ettiler ve beş saniye sonra biri geldi ve beni yerden kaldırdı. Yüzüm sert ve bir o kadarda yumuşak bir şeye yaslandı. Bu güzel kokuyu tanıyordum.
Sonra ne oldu bilmiyorum.
Beni tam olarak neyin uyandırdığına emin değilim. Yattığım yumuşak ve sıcak zemin-yatak olduğunu tahmin ediyorum- Karnımda ki o yanma hissi geçmişti. Yattığım yerden kımıldandım. Gözlerimi açtım. Bulanık görüntünün gitmesi için iki üç kez kırpıştırdım ve parlak yeşil gözlerle karşılaştım
“ iyi misin ?” diye sordu Harry “ bir şeyler söyle mia lütfen”
Buz kesmiş dudaklarımı güçlükle oynattım. Her yerim acıyla titredi.
Şaşırmış bir halde başını iki yana salladı ve kaşlarını çattı sonra birden beni çekti ve kucakladı. Öyle bir sıktı ki inledim
“ ah!”
“Tanrı aşkına, ne diyeceğimi bilmiyorum” beni yavaşça yatağa geri bıraktı “Korkudan ölecektim”
“ bir şeyim yok” sesim boğuk çıktı “ peki ya sen ? iyi misin ?”
Gülümsedi ve kafasını aşağı yukarı salladı. Yattığım yerden yavaşça doğrulurken karnıma baktım. Sargıya alınmıştı.
“ Tate nerde ?” dedim titreyen sesime hakim olamadım. Kaşlarını bir anda öyle bir çattı ki hep öyle kalacak diye endişelenmeye başlamıştım.
“ Bulduğum yerde on öldüreceğim” dedi gerçek anlamda hırlayarak “ sana o partiye gitmemen gerektiğini söylemiştim!”
Bu durumdayken bile bir tartışma konusu bulabiliyordu.
“ Böyle bir şeyin olacağını nereden biliyordun” biraz onu suçluyordum evet. Nedenini hiç bilmiyorum. Eğer bana gidemeyeceğimi söylemeseydi inat edip gitmezdim jess’e bir şeyler uydurabilirdim.
“ Andrew’in partisinde sarhoş olup delice bir şey yapmandan korktum!” dedi ayağa kalkarak “ bıçaklanacağın aklımın ucundan bile geçmemişti”
“ o adamı tanıyor muydun?” öksürdüm “ şu sumo güreşçisine benzeyen adamı”
“ hayır.”
Ama onunla konuşuyordu ve adıyla seslendiğini bile bir ara duymuş olabilirim. Sıkıntıyla nefesimi verdim. Her şey çok fazlaydı, letty. Babamın siktirip gidişi. Bıçaklanmam. Harry’nin yalanları. Özellikle Harry’nin yalanları. Bu çocuk hakkında neden hiçbir şeyden emin olamıyordum? Neden hep kafamda soru işaretleri bırakıyordu?