Tüm gece yatağımda dönüp durmuştum bir türlü uyuyamamıştım. Şimdi ise evde ölü gibi geziyordum. Saat henüz on iki bile değildi ama benim kabarmış karışmış saçlarım, uykusuzluktan kızarmış gözlerim ve fırçalanmamış dişlerim vardı. Salonda uzanmış Disney Channel izleyerek cip yiyordum. Bu gün okula gitmeyi kesinlikle düşünmüyorum. Bu gün evde dışarı çıkmayı düşünmüyorum bir süre unutmaya ihtiyacım var.
Zilin çalmasıyla neredeyse yeni yerleştiğim koltuktan kalktım ve aynada tipime baktım. Kim geldiyse beni polise teslim ederdi ve onlarda insanların göz zevkini bozmamdan beni içeri tıkarlardı. Kapıyı yavaşça açıtım ve karşımda üniformalı bir adam gördüm.
“ Ben şerif yardımcısı Franklin” dedi adam cebinden bir şey çıkardı ve burumun dibine kadar sokup şerif yardımcısı olduğunu kanıtladı. Demek yan komşu falan beni perdenin aralığından görmüş ve Franklin denilen adamı çağırmışlar. Size demiştim.
“ Buyurun” dedim sabahlığımın köşesini düzelterek
“ Dün akşam kasabanın yakınlarında bir kaza oldu. Araba bariyerlere çarpıp takla atmış” dedi Franklin gözlerimi devirdim
“ Bak buraya hala neden geldiğiniz söylemediniz. İnanın en son duymak istediğim şey ölmüş biri daha” dedim bezgince. Franklin elinde tuttuğu kağıt destesini uzattı
“ Kaza yapan kişinin babanız olduğundan şüpheleniyoruz” dedi yavaşça. Fotoğraflara bakarken midem ağzıma geldi. Bu… arabanın içinde olan adam benim babamdı. Gözlerimi kırpıştırdım ve kağıda iki üç damla göz yaşı düştü. İçimde bir yerlere kaçan sesimi bulduğumda Franklin’e döndüm
“ Pardon ama bir yanlışlık olmalı benim…” boğazıma oturan yumru yüzünden birkaç kere yutkundum “ Babam çok iyi araba sürerdi. Bu..”
“ Bayan Stonem, babanız kaza yaptığı sırada her an kayda alınmış. Babanızın arabasının önünde bir şey varmış ona çarpmamak için direksiyonu kırmış ve bariyerlere çarpmış” dedi Franklin elimdeki resimleri alırken. Letty. Geçen sefer harry ile yemek yemeğe giderken bizimde başımıza aynı şey geldi.
Kahretsin!
“ Onu öldüreceğim” diye hırladım ve kapıyı çarparak kapattım. Odama çıktığımda bir şerif yardımcısının yüzüne kapıyı çarptığım aklıma gelince kendime birkaç küfür savurdum. Telefonumu bulunca Harry’i aradım ama lanet telefonunu açmadı, Jess veya tate de açmadı. Tanrım , onlara-tate bu grubun içinde yok- en ihtiyaç duyduğum zaman mı telefonlarını kapatmışlardı ? Belki de gidip içmeliyim… İzlediğim filmlerde öyle yapıyordular ve gerçekten işe yarıyor gibi gözüküyordu. Üstüme siyah şort ve bir tişört geçirdim ardından siyah deri ceketimi aldığım gibi dışarı çıktım. Tek sorunum bir bar adı bilmiyor olmamdı. Babamın gelecek doğum günüm için sakladığı arabayı garajdan çıkarttım. Bu bebek bu gece bir yerlere çarpabilirdi. Belki bende bariyerlere çarpardım. Sonunda müzik sesleri yükselen-kasabanın dışında- bir barın önüne geldiğimde arabayı bir kenar park ettim ve içeri girdim. Terli vücutlar arasından geçip kendime bir bar taburesi bulduğumda oturdum ve bira söyledim. Önüme bıraktıkları iki üç bardaktan sonra yanıma birinin oturduğunu hissettim ama kafamı çeviremeyecek kadar yorgun hissediyordum. –Bugünlerde çok üşengeç oldum-
“ Gereğinden fazla düşünmeyi bırak artık” dedi yanıma gelen adam yavaşça ona döndüm.
“ Ne düşündüğüm hakkında hiçbir fikrin yok” diye homurdandım barmene doldurması için boş bardağı uzatırken.
“ Anlat o zaman içmekten daha iyidir inan bana”
“ Pekala, kardeşim tımarhaneden kaçtı ve babamızı öldürdü sıra bende, acayip hoşlandığım çocuk ölü gibi en yakın arkadaşım desen.. yaşadığından bile emin değilim” bir kahka kopardım “ baksana ben hiçbir şeye sahip değilim. Normal bir aile, arkadaş, sevgili.. acınacak durumdayım”