Four.

640 57 37
                                    

Umarım beğenirsiniz.:) Yorumlarınızı bekliyorum ve No Pressure ile okumanızı tavsiye ediyorum.

*Dudaklarını ıslatışı..*

Justin bana onunla çalışmam için teklifte bulunmuştu.

Dünyaca ünlü şarkıcı benimle çalışmak istediğini söylemişti. Tanrı aşkına, aklımı yitiriyor falan olabilir miydim?

Nick ve Justin'in gözleri üzerimde gezinirken ben onlara bakmamayı tercih etmiştim. Bu eğer bir rüya değilse, gerçekten bayılabilirdim.

Kabul ediyordum, Justin'in teklifi çok güzel bir teklifti, aslında harika demek daha uygun bile olabilirdi ama ben böyle birşeye hazır olup olmadığımdan emin değildim.

Bu teklifi reddersem, belki günlerce gözüme uyku bile girmeyecekti ama bunu yapmak istediğimden emin de değildim. Ben burada, bu okulda olmayı çok istemiştim. Yıllarca burada olmanın nasıl hissettireceğine dair hayaller kurmuştum. Ve şimdi buradaydım, hep olmak istediğim yerde. Burayı bırakıp gitmeyi, en önemlisi bir ünlü ile çalışabilmeyi göze alabilir miydim, tartışılırdı.

Çok tuhaf bir ikilemde kalmıştım. Bu teklife karşı üzülmem değil, çok fazla mutlu olmam, hatta sevinç göz yaşları falan dökmem gerekiyordu.

"Hazel," Olduğum yerde yarım saati aşkın bir süredir tek kelime etmeden dikildiğimi, ancak Nick bana seslendiğinde fark edebilmiştim.

Nick'e baktığım anda Justin'in gözleri ile kısa bir süreliğine kesişmişti gözlerim. Bana bakıyordu, yarım saattir beni izlediğine emindim. Gözlerini kıstığını gördüm, aynı anda dudaklarını ıslatışını. "Hemen karar vermek zorunda değilsin," dedi arkasındaki duvara yaslandığında. "Sadece seninle çalışmayı çok istiyorum."

Kalp atışlarım sözleri ile hızını arttırırken, dudaklarımı birbirine bastırıp bekledim. Neden benimle çalışmayı çok fazla istiyordu ki, onun dansçıları kadar iyi bile değildim.

Grinin açık tonundaki saçlarımı elimle karıştırıp arkaya doğru ittim. "B-bilmiyorum," dedim konuşmayı başarabildiğimde. "Böyle birşeyi yapabileceğimden emin değilim."

Justin yavaşça yere oturduğunda, Nick'te onu takip etti. İkiside bana öyle bir bakıyordu ki, olduğum yerde küçüldüğümü hissedebiliyordum.

"Hazel," İsmim ilk defa onun dudakları arasından çıktığında, tıpkı kulağımın dibinde fısıldamış gibiydi. İsmimi söyleyişi farklıydı.

"Burada olmak istiyorum," Konuşmaya başladığım anda, şekilli dudakları dümdüz bir hal almıştı. Beni dinlemeye devam ederken, yere bakmayı tercih etmişti. "Burası yıllardır hayalini kurduğum yer. Sizinle çalışmak güzel olabilirdi, hayallerimin bile ötesinde birşey bu ancak yapamam. Burada bile henüz çok yeniyken bırakıp gidemem."

Nick anlayışla başını sallarken, söylemek istediğimi anlamış gibiydi.

"Artık gidebilir miyim?" Diye sordum. Uzun süredir öylece beklemekten başka birşey yapmamıştım.

"Üzerini değişip gidebilirsin Hazel, yarın görüşmek üzere." Nick gitmem için izin verdiğinde, arkamı dönüp ilerlemeye başladım.

Böylesine harika bir teklifi reddederek hata ettiğimi biliyordum. Bir daha asla başıma gelmeyecek bir teklifti ama yinede yapamazdım işte. Bu büyük bir sorumluluktu, Justin Bieber'ın dansçısı olmayı kabul ettiğimde üzerimdeki sorumluluk artacaktı. Ve en önemlisi ben annemi tek başına bırakmayı göze alamazdım, biz birbirimizin varlığı ile mutlu oluyorduk, ondan öylece uzaklaşamazdım.

Soyunma odasına girdiğimde, bana ait olan dolabın içerisinden kıyafetlerimi çıkardım.

Cece bu olanları duyduğunda eminim ki bana çok kızacaktı. Belki de beni öldürmek bile isteyecekti.

Soyunma odasının kapısı bir anda ardına kadar açıldığında içeri giren kişi beni şaşırtmıştı.

Justin Bieber tüm asilliği ile karşımda duruyordu.

"Seninle konuşmak istiyorum." Kararlı fakat bir o kadarda kısık duyulan sesi karşısında tek kelime bile edememiştim. Boş sandalyelerden birtanesine oturup ona baktım. Ne söyleyeceğini merak ediyordum.

"Hazel, benimle çalışmanı istiyorum. Bunu çok fazla istiyorum, ekibimde senin gibi birine ihtiyacım var." Dudaklarımı aralayıp birşey söyleyeceğim anda elini havaya kaldırıp durmamı sağladı. "Hemen hayır deme, biraz düşün, lütfen. Turumun başlamasına daha var."

Bu kadar ısrarcı oluşu içimi bir nebze ısıtsada, yine de kabul edemeyeceğim ortadaydı.

"Kabul edemem," dedim tekrar. Daha fazla ısrar etmemesi için arkamı dönüp kıyafetlerimi elime aldım.

Sessizliğin hakim olduğu soyunma odasında, ona bakmasamda nefes aldığını duyabiliyordum. Neden bu kadar ısrar etmişti onu da anlamış değildim. Benim gibi yüzlercesini bulabilirdi.

"Sorun ne ise halledebiliriz." Elimdeki kıyafetleri yeniden yerine bırakıp yüzümü ona döndüm. Birlikte ayakta dikilmeye devam ederken oldukça tuhaf görünüyorduk. O kısılan gözleri ile vereceğim cevabı beklerken, ben ona sorunu anlatıp anlatmamakta kararsızdım.

Doğru olduğunu düşündüğüm şeyi yapmaya karar verip sandalyeye oturdum. Beni görür görmez o da vakit kaybetmeden oturmuştu, tam karşıma.

"Annem," dedim ona bakmadan. "Biz annem ile kalıyoruz, babam yok. Ben annemi bırakıp gidemem, buradan uzaklaşmak daha önce aklımın ucundan bile geçmemişti." Ellerimi birbirine kenetledim. "Bu belki de hayatımda alabileceğim, hayallerimin bile ötesinde bir teklifti ancak bunu yapamam, üzgünüm."

"Peki, istediğin gibi olsun." Ayaklandığında karşımda duranın hala o olduğuna inanamıyordum. Adeta bir hayal gibiydi, birazdan yok olup gidecek gibiydi. Gidecekti de.

Soyunma odasından çıkıp gittiğinde bana karşı anlayışlı biri olduğu için sevinmiştim.

Kıyafetlerimi giyip, çantamı omzuma takıp soyunma odasından çıktım.

Pantolonumun cebine dokunduğumda eksik olan şey dikkatimi çekmişti. Telefonum, muhtemelen çalıştığımız yerde unutmuştum.

Aralık olan salona ilerlediğim anda, içeriden gelen müzik yavaşlamamı sağlamıştı. Kapının köşesinden başımı içeriye doğru uzattığımda onu görmüştüm, büyük bir dikkatle çalışıyordu. Bir yandan da şarkısını mırıldanıyordu.

Sesi öyle güzeldi ki, saatlerce, aylarca, yıllarca duymaktan asla bıkmayacağım bir ses.

Telefonumu almak için mecburen girmek zorundaydım. Adım atmaya başladığım anda, ayakkabılarımın çıkardığı ses yüzünden duraksamıştı. Beni gördüğünde yüzünde beliren gülümseme çok büyüleyiciydi.

"Telefonumu unutmuşum," diyerek açıklamaya çalıştım. Cevap vermeden çalışmaya devam etmişti. Tahmin ettiğim gibi telefonumu sandalyenin üzerinde buldum. Elime aldığım telefonuma bakarak çıkışa doğru yürürken, ismimi kısık bir tonda mırıldandığını duymuştum.

"Hazel," Elini ensesine götürmüş saçlarını karıştırırken oldukça sevimli görünüyordu. Telefonumu aldığım sandalyeye ilerleyip üzerindeki diğer telefonu aldı. Telefonun ekranına bir kez dokunduktan sonra başını kaldırıp, elindeki telefonu gösterdi.

Aynı anda bana doğru yürürken, yüzünden boynuna doğru süzülen ter damlalarını silmeye çalışıyordu.

"O elindeki benim telefonum," dedi ve güldü. Elimdeki telefona bakma gereği duymadan ona uzattım. Yüzüme düşen dalgalı saçlarımın bir tutamını arkaya doğru itmiş ve kendi telefonumu almak için uzanmıştım. Bir kez daha saçlarımın bir kısmı öne düştüğünde, bu defa nazikçe saçlarımı geriye doğru iten o olmuştu.









Dancer. / BieberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin