Hastanede 3. ayımı geride bırakıyordum. Kardeşim dediğim adamı kaybettikten sonra edindiğim tek kardeşim Tarık'tı. Benden 6-7 ay önce gelmişti Tarık bu hastaneye zorunlu görevden dolayı. Genelde askerler hakkında yanlış bi düşünce hakimdir toplumumuzda. Soğuk samimiyetsiz subaylar cahil, saf, toy erler. Fakat biraz ilişkiniz olduğu zaman askeriye ile bu tabunun yıkılması işten bile değil. Subayların muhabbetindeki samimiyeti ben siyasetçilerde göremiyorum. Ama onlara göre iktirına veya siyasi nüfuzuna bir tehlikedir bu paşalar daha önceki kirli komutanlar yüzünden. Burdan anlatmaya çalıştığım şey askerler de aşık olabiliyor hem de görev başındayken. Ben de onu gördüğümde görevdeki 18. saatimdeydim. Dışarı hava almak için çıkmaya karar verdim. Bu sayede bir nebze olsun uykumu açıcaktım. Hava o kadar sakindi ve açıktıki gökyüzüne sanki elinizi kaldırsanız dokunabilirdiniz. Bi banka oturmak için yöneldiğim tarafta onu gördüm. Sanki yıldızların bu ışıltısına meydan okurcasına parıldıyordu güzelliği bahçede. Yıldızları parlak bulan onu nasıl mat bulabilirdi ki. Biraz uzun bakmış olmalıyım ki kendine bi terslik olduğunu düşünürcesine üstünü başını kontrol etti. Kafasını kaldırdığı anda ben bakışlarımı kaçırmıştım bile geç de olsa. İçeriye yöneldim o ışıltıdan kaçarcasına. Kahvemi alıp biraz olsun yakınlaştığım arkadaşım Tarık'ın odasına yöneldim. Dışarıda yaşadığım olayı anlattım kim olduğunu sordum. Nöbete kalan tek kadın doktorun olduğunu söyledi. Burdan adının Bahar olduğunu öğrendim. Hastaneye yeni gelmiş belki bir hafta belki de iki hafta olmuştu. Fakat benim bu küçük hastanede haberim bile olmamıştı. Belki de kader bana sürpriz yapamk istercesine saklamıştı bu önemli insanı. Adını ondan öğrenmeyerek aptallık etmiştim. Tanışmak ümidiyle bahçeye çıktım tekrar. Hala aynı bankta oturuyordu. Selam verip yanına oturmak için izin istedim. Adını ikinci defa da ondan öğrendim teğit ettirircesine. İlk görev yeriymiş burası stajından sonra. Hastanede 2 tane sivil doktor bulunurdu. Önceki kadının eş durumunu sebep gösterip tayin istediğini öğrendim. Bu kadının bana dokunan tek iyiliğiydi 3 içinde. Pek yardımsever olduğunu söyleyemem. İki hemşire arkadaşıyla aynı evi paylaşıyormuş. 15 dakika civarı sohbet ettik onla o bankta. Havanın soğuduğunu söyleyip içeri girdi. Bense bira daha kafamdan geçen karmaşık düşüncelerle oyaladım kendimi. Şafak sökerken de üstümü değiştirip lojmanın yolunu tuttum. O hafta gelişen ikinci önemli olay ise karakol görevine kaydırılacağımdı. Arkadaşlarıma veda ediceğim için üzgündüm. Hele de o güzellikten ayrılacağım için. Bir aylık görevim kalmıştı bu hastanede. Bahar'a karşı hissettiklerimi söylemeye karar verdim. Bunun için Tarık'a danıştım. En başta biraz suratı değişti. Şaşkınlık değildi bu ifade, daha çok hüzün ve ümitsizlik gizliydi mimiklerinde. 'Oğlum sen gönlünü kaptırmışsın ama zaten sahibi varmış onun. Bahçeye de sevgilisyle konuşmak için çıkıyormuş sık sık. Güldan'dan öğrendim ben de'. Güldan güler yüzlü, konuşkan yani tam bir çocuk doktoruydu. Askeri hastanede ne işi olduğunu çok zaman sorgulamışımdır. Bu hayalkırıklığını üstümden atmam tam bir hafta sürdü. Eğitime başlamak için can atar haldeydi. Bir umut burdaki kötü anıları geride bırakacaktım yeni yaşanılacaklardan habersiz. O haftanın nasıl geçtiğini şimdi sorsanız yorum yapamam. Tek hatırladığım bittiğinde daha iyi ve hazır hissettiğimdi. Daha önce çok defa reddedilmiştim. Ama anlaşılan şu ki bağışıklığı yoktu bu olayın. Tarık haberi duyduğunda sarsılmıştı. Ona söylemem bile zor olmuştu ki eve nasıl haber vericeğimi şaşırmıştım. En doğrusu hiç söylememekti. Eğitimden önceki son hafta izinliydim. Eve gitmeyi düşünmedim bile. Çünkü senelik iznime daha olduğunu söylemiştim. Bir hafta boyunca pinekledim lojmanda. Bu görev zor ve yıpratıcı olucaktı. Üç beş eşyamı iki valize yerleştirip veda için hastaneye gittim. Tarıkla sarılırken pek hissetmemiştim bu ayrılığın acıtacağını. Ama insanların yokluğunu zaman geçtikçe hissediyor insan. Lojmana gelen bi araçla tugaya gittim. Ordan da her zamanki gibi biri şöför olmak üzere üç jandarmanın eşliğinde karakola gidicektim. Asfalt yoldan toprak yola girdiğimizde tepededeydi. Ben yolun büyük kısmını geride bıraktığımızı düşünürken yol kenardında henüz tabela görmemiş olmam fikrimi değiştirdi. Belli ki yeni görev yerim yüksekte ıssızda ve sıcak bölgedeydi. Her karakola hemen hemen taciz ateşi yapılırken panik yapmanın anlamsız olduğunu düşünerek aklımdan geçenleri saçma buldum bir an. Köyün içinden geçerken insanların havanın kararmasıyla evine çekilmesi gözüme çarptı. Normalde biraz daha hareketli olduğunu düşündüğüm köy meydanı umarım bizim gelişimizle sessizleşmemişti. Arabadan ilk indiğimde dikkatimi çeken yolda harcadığımız fazlaca süre veya birden soğuyan hava değildi. Büyük bir ihtimal taciz ateşi sonucu oluşan Mg3 mevzisindeki mermi yarığıydı. İsabetli bi atış için boş mevziye ateş etmenin anlamsızlığı bu kanıya vardırmıştı beni. Ben kafamda bu düşüncelerle meşgulken araçtan indirdikleri mühimmat kutusunun ağır olduğunu indirmeye zorlandıklarını fark ettim askerlerin. Onlara doğru yönelmişken tanıdık bir sesden 'Komutanım hoşgeldiniz.' sözü üzerine vazgeçtim yardımdan. Onlar da zaten içeri taşımaya başlamışları bile kutuları.
