oturun," dedi. "Peki enişte," dedim, sakince oturdum. Tey-
zemin kızı sinirden bütün gece tırnaklarını yedi.
Ertesi gün eniştem beni evde bıraktı, bir işi varmış, öğ-
leden sonra hastaneye gidecekmiş, beni de o zaman götü-
recekmiş. Eniştem evden çıkar çıkmaz, teyzemin kızı uçan
tekmeyle girdi böğrüme. Ağbisi de geldi hemen. İki kar-
deş dünün misillemesi babında, bildikleri bütün karate tek-
niklerini denediler üstümde. Ağlarken telefon çaldı. Anne-
annemden bir haber vardır diye koştum. Ama teyzemin kı-
zı benden önce açtı telefonu. Diğer azman da kolumu arka-
ma büktü, yaklaşamadım. Teyzemin kızı, "Evet anne," dedi,
kaşlarını çattı, "Ya öyle mi?" dedi, telefonu kapattı.
"Ne olmuş?"
"Anneannemiz ölmüş. Başımız sağ olsun."
"Oh my God!"
Sırt çantamı alıp çıktım evden. Minibüse bindim, mini-
büsten inip otobüse bindim, sonra otobüs vapura bindi, va-
purdan indi köprüden geçti, otogara girdi. Otogarda otobüs-
ten indim çevreye baktım, tanıdık yerler değildi. Büfeye git-
tim, "Bu şehrin en işlek caddesi neresi acaba?" diye sordum.
Büfeci güldü.
"Niye gülüyorsun ki?"
"Yürü git lan yürü git!"
Köşedeki taksiciye sorsam mı diye düşündüm. Ama adam
dolaştırır, en işlek caddeye götüreceğim diye daha uzak bir
yere götürüp bırakır, kendi çıkarını düşünür. Polise sorsam?
Devlet memurlarıyla konuşmuyorum, olmaz. En iyisi cep te-
lefonuyla birini aramak. Tanıdık birini arayamam. Kaçtığım
anlaşılır. Rastgele bir numara çevirdim, genç bir kız açtı.
"Pardon devlet memuru musunuz?"
"Sapık mısın?"
"Hayır. Memur musunuz?"
Değilim