Taksiden inip büyük siyah kapıya doğru yürüdüm. Kafamı kaldırıp kapının tam bittiği yerdeki büyük " Sarrafoğlu Holding " yazısına bakıp terleyen ellerimle kapıyı itip içeri girdim. Resepsiyona gittim ve kızıl saçlı gözlüklü dudakları silikondan patlayacak gibi olan kadına "Merhaba, ben Eliz Çetin staj için gelmiştim. Mail üzerinden Cüneyt Bey'le iletişime geçmiştim" dedim.Bilgisayardan Candy Crush oynadığını arkasındaki aynadan görüyordum.Kafasını kaldırıp beni baştan aşağı süzdükten sonra yanındaki beyaz telefonla bir numara tuşlayıp kulağına götürdü. "Cüneyt Bey, staj için bir bayan öğrenci gelmiş." dedi ve iki saniye sonra telefonu kapatıp tekrar bilgisayara dönerek; "Asansörle dördüncü kata çık, sağdaki son oda." dedi.
Asansörle yukarıya çıkarken resepsiyondaki kadının ne kadar sorumsuz olduğunu, bu holdingde staj yapmamın doğru olup olmadığını düşünüp durdum. Asansörden inip kadının söylediği odanın önüne geldim. İç çekip kalp atışımı yavaşlatmaya çalıştım fakat pek mümkün olmadı. Staj adında bile olsa işti sonuçta. Ben 18 yaşında bir üniversite öğrencisiydim ve böylesine ciddi bir işte çalışacaktım. Belki benim görevim o kadar zor değildi ama burası bir şirketti. Hayatım boyunca sadece ufak işlerde çalışmıştım; Kuaförde getir götür yapıp komşumuzun kafesinde garsonluk yapmıştım.
Kapıyı tıklattım ve "Gir!" sesi gelince kapıyı nazikçe açıp içeriye iki adım atıp arkamdan kapıyı kapattım. Karşımdaki kırk yaşları arasında oldukça genç gözüken adam beni şaşırtmıştı. Ben göbekli, kel ve yaşlı birini; yani klasik Türk patronlarından birini beklerken,karşımda; Kahverengi bakımlı saçları, geçmişte spor yaptığı belli olan vücudu olan biri duruyordu. "Gel otur." dedi; eliyle önündeki siyah deri koltuğu işaret ederek. Onu dinleyip gösterdiği yere oturdum ve konuşmasını bekledim. "Anlat bakalım biraz kendini" dedi; çarpık gülümsemesiyle. "Ben Eliz Çetin 18 yaşındayım ve Boğaziçi Üniversitesi'nde Turizm İşletmeciliği ilk sınıf öğrencisiyim. Antalya'dan buraya kazandığım üniversite için geldim." Tüm bunları tek nefesle söylemiştim. Cüneyt Bey kaşlarını havaya kaldırarak "Demek Turizm okuyorsun, bir bakarsın senden memnun kalırsam üniversiteden mezun olunca burada devam edersin." dedi; kollarını göğsünde bağlarken. Cüneyt Bey bunları söylerken içim heyecanla doldu çünkü; bu beni stajyer olarak kabul edeceği anlamına geliyordu. Bu parlak bir gelecek, kariyer yapmak demekti. İstanbul'un en bilinen turizm şirketlerinden birinde çalışmak, çok büyük şans olurdu. "Umarım Cüneyt Bey." dedim; heyecanla gülümseyerek. "Ailenden bahset biraz." Bu soruda biraz duraksadım; çünkü benim aile diye tanımlayacağım bir ailem yoktu. Babası tarafından 8 yaşında terk edilen, 11 yaşına kadar da halasında kalan biriydim sonuçta. "Annemle kalıyorum. Babam, yok." dedim. "Anladım." dedi; çok üstünde durmayarak. "O halde okulunla bağlantıya geçeceğim, yarın işler hallolur, sende Pazartesi günü başlarsın." dedi. "Peki o zaman, çok teşekkürler Cüneyt Bey. İyi günler." dedim ; oturduğum yerden kalkarken. "İyi günler." dedi ve odadan çıktım.
Pazartesi günü okuldan saat 14:20 de çıkıp staja gitmek için okulun karşısındaki metroya doğru yürüyordum. Her şey siyah spor arabanın önümden hızla geçip her tarafımı çamur yapana kadar çok güzeldi. "Hayvan mısın dikkat etsene!" diye bağırdım; siyah spor araba az ilerimde dururken. Arabanın içinden; dağınık kahverengi saçlı, yeşil buğulu gözleri, kemikli suratı ve iri dudakları olan oldukça karizmatik bir erkek indi. Bana doğru geldi ve "Affedersin kusura bakma ya." dedi, her tarafı çamur olan elbiseme bakarken. "Ben şimdi nasıl işe gideceğim?! Şu halime bak! Araba kullanmasını bilmiyorsan kullanmayacaksın arkadaş!" Tüm bunları bağırarak söylemiştim, bundan kaynaklı olacak ki karşımdaki çocuk kaşlarını çatarak; "Özür diledik işte ne uzatıyorsun!" dedi. "Ya sen aptal falan mısın?! Bir de özür diliyorsun.Gerizekalı." dedim üzerimdeki çamura bakarak. "Yürü git işine bir de seninle uğraşamam." deyip; arabasına bindi. O uzaklaşırken bende arkasından sayıp sövüyordum.
Şirketin önüne geldiğimde "Bu halde asla Cüneyt Bey'in yanına gidemem. Önce gidip lavaboda temizlemeye calışayım." diye mırıldandım kendi kendime. Şirkete girdim, ve lavaboya doğru yürüdüm. Tam lavaboya girecekken erkekler tarafından yolda üzerimi çamur yapan çocuk çıktı. Kaşlarımı çatıp;
"Yine mi sen! Trafik magandası!" ona olan sinirim hala geçmemişti. "Yuh! Bir de maganda olduk. Sakin ol kızım adam öldürmedim!" dedi; ciddiyetsiz bir ifadeyle. Ve ilerleyip gitti.Üstümü başımı temizledikten sonra -temizlemeye çalıştıktan sonra- Cüneyt Bey'in odasına geldim ve kapıyı tıklatıp "Gir!" komutunu aldıktan sonra içeri girdim. Yine o çocuk oradaydı. Nereye gitsem karşıma çıkıyordu. İşin tuhafı Cüneyt Bey'in odasında ne işi vardı? Acaba o da mı staj için gelmişti? "Merhaba Cüneyt Bey." dedim; yeşil gözlü çocuğa bakarken. "Hoşgeldin Eliz. Gel seni oğlumla tanıştırayım." deyip; eliyle yeşil gözlü çocuğu gösterdi. 'Oğlum' mu?! Nasıl yani, ben o kadar hakareti patronumun oğluna mı ettim? Haklı da olsam o patronumun oğlu."İşte şimdi sıçtık" diye geçirdim içimden.
Yeşil gözlü çocuk tabiri caizse piç piç gülümseyip elini bana uzattı; "Merhaba Eliz, ben Mete. Seninle tanışmak güzel." dedi; gülmeye devam ederken. Utançtan ve sinirden kıpkırmızı olmuştum. "Merhaba Mete, Bey." dedim; ve bana uzattığı elini sıktım.
Mete bir kaç dakika sonra odadan çıktı. Ben de Cüneyt Bey'den işin nasıl yapıldığını falan dinledikten sonra bana imzalattığı belgelerin bir kopyasını çantama atıp odadan çıktım. Mete, odanın sağ çaprazındaki duvara yaslanmış, benim çıktığımı görünce bana doğru gelmişti. "Trafik magandası he? Aptal, gerizekalı?" dedi; ve alt dudağını ısırdı. Hiç istemesem de stajımın yanmaması için "Kusura bakmayın." dedim. "Bende sana aynı şeyi söylemiştim. "Kusura bakma." demiştim." dedi. Yüzü bir anda ciddileşti. "Çok abarttım tamam, özür dilerim." dedim. "Benim patronunun oğlu olduğumu öğrenene kadar senin için trafik magandasıydım, aptaldım gerizekalıydım öyle değil mi?" Bana gıcık olmuştu. Tamam biraz haklıydı ama bu çocuk yüzünden stajımın yanmasını istemiyordum. "Bak stajımın yanmasını istemiyorum. Özür de diledim zaten." dedim ufacık kedi yavrusu simasıyla. "Merak etme stajının yanmasını sağlayacak bir şey yapmayacağım." dedi beni onaylarcasına. Aslında kötü biri değildi. Yani umarım değildir.
Bana ayırılan ufak ve sade döşenmiş odaya gidip eşyalarımı yerleştirirken; telefonum çaldı. Arayan Cüneyt Bey'di. Beni odasına çağırmıştı. Kesin Mete beni attıracaktı. Aptal Eliz biraz tutsaydın dilini ne olurdu sanki?! Nerden bilecektim patronumun oğlu olduğunu. Tüm bunları düşünerek Cüneyt Bey'in kapısını çaldım. İçeri girdiğimde Mete'de oradaydı. Bittiğimin resmidir!
Cüneyt Bey direkt söze girdi " Eliz, senin Mete'nin sekreteri olmanı istiyorum. Maaşın artacak sadece ondan emir alacaksın." Maaşımın artması falan hiç umrumda değildi. Aklımda 'ONDAN EMİR ALACAKSIN.' sözü yankılanıp durdu. Benim adım da Eliz ise bu çocuk bana kök söktürecekti. "Hayır istemiyorum." diyemedim. "Tabii siz nasıl uygun görürseniz." diyebildim. Mete'nin sesiyle ona doğru döndüm; "Çıkalım o halde Eliz'cim. Daha çok işimiz var." dedi ve kalkıp sırıtarak odadan çıktı. Ben de arkasından çıktım.
İşte şimdi başlıyorduk. İş değil eziyet başlıyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEK VARİS
Teen FictionHayattan hiç bir beklentisi olmayan, sert ve duygusuz bir Mete Sarrafoğlu, Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, hayatı sorumluluklarının bilincinde yaşayan bir Eliz Çetin. Biri siyah, biri beyaz. Biri güneş, biri ay. Eliz, Mete'nin karanlığında...