Söylediği şey beni düşündürmüştü."Senden nefret etmekten başka şansım yok." ne demekti şimdi. Söylediği şeye bir cevap bulamamıştım, öylece duruyordum. Yüzündeki ifade her zamankinin aksine bir duygu barındırıyordu. Elini saçlarından geçirip dudaklarını yaladı ve bana doğru yürüdü. Aramızda mesafe bırakarak "Bak bu iyi bir yatırım. Önemli bir iş ve şirket çok büyük kar sağlayacak. İçeride bağırıp çağırdığın kadın olmazsa bu işi alamayız." dedi. İkna etmeye çalışıyor gibiydi. "O kadın ailem hakkında konuşamaz. Hiç kimse konuşamaz. Ve siz İstanbul'un en iyi turizm şirketlerinden birisisiniz, o kadına neden ihtiyacınız var ki?" dedim; ama aklımda "Senden nefret etmekten başka şansım yok." demesinin ne anlama geldiğini düşünüp duruyordum. Bunu ona başka bir zaman soracaktım. "Bu işler sandığın gibi değil Eliz. Evet hatırı sayılan bir şirketiz ama bu iş ortaklık gerektiren bir iş." dedi. Elleriyle söylediklerini tasdikliyordu. "Oraya tekrar girmeyeceğim." dedim. Kararlıydım. O restauranta tekrar girmeyecektim. Tabii Mete'nin kolumdan sürükleyerek "Hadi Eliz bak söz beş dakika oturup kalkacağız." diye beni restauranta sokmasıyla tüm kararlılığım uçup gitmişti. Oturduğumuz masaya doğru yürürken Mete tek kaşını kaldırıp dudağını büzdü. 'Bir şey yapmayacaksın değil mi?' der gibiydi. Omuz silkip yürümeye devam ettim. Serpil, kollarını göğsünde bağlamış aval aval bize bakıyordu. Az önce söylediklerime bozulmuş olacak ki; bakışlarını bana sabitleyip bacak bacak üstüne attığı ayağını sallıyordu.
Restaurant kapısından Serpil'in taklidini yaparak çıktım. "Öyö pökö sönön hötrön öçön bör şöy dömöyöröm mötöcöğöm." Mete yaptığım ağız hareketine gülmüştü. "Bu kadından nefret ediyorum." deyip göz devirdim. "Tamam haklısın biraz yılışık." dedi Mete. 'Biraz' derken elini kaldırıp baş ve işaret parmağını birbirine yaklaştırmıştı. Ona 'Biraz mı?" bakışı attığımda, "Tamam kadın yılışık. Ama iş bu, katlanacağız." dedi.
Bu arabaya her bindiğimde içim huzur doluyordu. Manolya en sevdiğim çiçekti ve arabanın içi buram buram manolya kokuyordu. Fakat hala Mete'yle manolyayı birbirine bağdaştıramıyordum. Yoldan gözünü ayırmayan Mete'ye dönüp aklımı kemiren o soruyu sordum. "Bana orada, restauranttan çıktığımızda dediğiniz şey ne ifade ediyordu?" "Ne demiştim ki?" diye soruma soruyla karşılık verdi. "Bana 'Senden nefret etmekten başka şansım yok.' demiştiniz." dedim. Bunu söylerken ışıklarda beklememizi fırsat bilip torpidodan çıkardığı sigara paketinden bir dal alıp çakmağıyla sigarayı yakan Mete'yi inceliyordum. Gerçekten kusursuz bir yüzü vardı. Kalemle çizilmiş gibiydi. Upuzun kirpikleri, karamel rengi dalgalı dağınık saçları, koyu yeşil gözleri, kemikli yüz hatları ve dolgun dudakları vardı.
Yaktığı sigarasından bir duman alıp camdan dışarı sarkıttığı eline bakarak "Bir anlamı yok." dedi. Bir anlamı olduğunu biliyordum, karşısında salak yoktu. "Bir anlamı var Mete- Bey." dedim. "Bana sürekli Bey diye hitap etmen gerekmiyor. Mete diyebilirsin." Hala soruma yanıt alamamıştım. Ama öğrenmeye kararlıydım, öğrenecektim. "Bana söylediğiniz şeyin anlamını eğer şimdi söylemezseniz size sürekli bunu sorarım." yüzümde tehditkar bir ifade vardı. Dışarıya doğru baktığı kafasını bana doğru döndürüp sigarasından bir duman daha alıp üfledi. Bir insanın sigara üfleyişi bile havalı olabilir miydi. Oluyordu işte. "Bir anlamı yok dedim Eliz. Bir anlık bir sözdü." dedi. Yüzüne yine o sert ve donuk ifadesini yapıştırmıştı. Bir insan anlık olarak öyle bir cümle kuramazdı. Gayet anlamı olan bir cümleydi ama tıpkı benim öğrenmeye olan kararlılığım gibi o da söylememeye kararlıydı. Arabanın hareket etmesiyle camdan dışarı bakarak "Karşında salak vardı çünkü senin, gerizekalı." diye mırıldandım. Bunu Mete'nin duymamasını umarak söylemiştim. Ona doğru hafifçe kafamı döndürdüğümde sigarayı tuttuğu eli camın dışarısında, gözleride yola bakıyordu. İçeri dolan hava beni üşütmüştü ve titremeye başlamıştım. Mete üşüdüğümü birbirine çarpıp ses çıkaran dişlerimden anlamıştı. Bana bakıp "Sen üşüyorsun." dedi. Ciddi olamazsın?! Kafa sallamakla yetindim. Kendi camını kapatıp ısıtıcıyı açtı ve gözünü yoldan ayırmadan kafasıyla arkayı işaret ederek "Al hırkamı giy." dedi. Önce mırın kırın etsemde üşüyordum ve hırkayı alıp giydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEK VARİS
Teen FictionHayattan hiç bir beklentisi olmayan, sert ve duygusuz bir Mete Sarrafoğlu, Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, hayatı sorumluluklarının bilincinde yaşayan bir Eliz Çetin. Biri siyah, biri beyaz. Biri güneş, biri ay. Eliz, Mete'nin karanlığında...