Alarmım çalmadan uyanmıştım. Kendimi bıkkın ve güçsüz hissediyordum. Aslında okula bile gitmemeyi düşünmüştüm, Mete'yi arayıp rahatsız olduğumu söylersem bana bir günlük izin vereceğini umut ettim. Şom ağızlı olmamdan mıdır nedir, düşüncelerimin üstüne telefonum çaldı. Sabahın köründe arayan Mete'ydi. "Efendim Mete Bey?" diye açtım telefonu. Gayet enerjik bir sesle; "Yirmi dakikaya oradayım, seni alacağım, işlerimiz var.Hızlı ol." Yüzüme kapanan telefonla Mete'nin söylediklerini idrak etmeye çalışıyordum. Sabah saatin 06:50'siydi. Henüz 07:00 bile değildi. Karga bile... Neyse, içimden Mete'ye söylenerek dolabımın önüne geçtim ve giyecek bir şeyler baktım. Siyah dar paça pantolonumun üstüne siyah dar atlet ve onun üstüne siyahlı kırmızılı kareleri olan gömleği giyip düğmelerini açık bıraktım. Saçlarımı tepeden at kuyruğu yapıp aşağı indim. Annem evden çoktan çıkmış, mutfaktaki masaya benim için not bırakmıştı; "Bugün erken çıkmam gerekti. Senin için sucuklu tost yaptım, tost makinesinin içinde." Sucuk yemediğimi bile bilmiyordu. Gerçi sekiz yaşıma kadar babamda, babam beni terk edip başka bir kadınla hayat kurduktan sonra on bir yaşıma kadar halamda kaldığımı varsayarsak, annem beni tanımıyordu. Onunla geçirdiğim yedi sene içinde bir kez olsun oturup anne-kız gibi vakit geçirdiğimizi hatırlamıyordum. Ama anne işte, ne yaparsa yapsın, ne olursa olsun anne. Ve şu hayatta halamın ölümünden sonra ondan başka da kimsem kalmamıştı.
Kapının çalmasıyla elimdeki notu bırakıp kapıya doğru gittim. Kapıyı açtığımda siyah dar gömleği ve yeşil gözleriyle bana bakan bir Mete Sarrafoğlu vardı. Yine o donuk bakışlar.. "Eşyalarını alıp arabaya gel." deyip arabasına doğru yürüdü. Sana da günaydın Bay Ukala (!) Yerdeki çantamı alıp, arabasına doğru ilerledim.
Arabada yine o müthiş manolya kokusu vardı. "Sizin gibi birisine göre manolya biraz nazik kaçıyor sanki." dedim; imalı bir sesle. Ona baktığımda çenesi kasılmış, direksiyonu daha fazla sıkıyordu. Ya Mete benim her dediğime sinir oluyordu, ya da direkt bana sinir oluyordu. Çünkü her lafıma sinirlenmesinin başka açıklaması olamazdı. Söylediğim o cümleye yanıt alamamamın ardından "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Gözünü hiç yoldan ayırmadan; "Gidince görürsün." dedi. Yine beni bir yere götürüp kendisine hizmet ettirip geri mi postalayacaktı? Ya da dağ başına kaçırıp orada öylece bırakıp gidecek miydi? Bu adamdan her şey beklenir açıkçası; soğuk nevale. "Gittiğimiz yerde biri olacak mı yoksa sadece siz ve ben mi olacağız?" diye tekrar bir soru yönelttim. "Biri olacak." dedi. "Peki işimiz çok uzun sürer mi?" işte bir soru daha. İç çekip cevap verdi; "Bakacağız." "Peki bu buluşacağımız kişi kim?" diye bir soru daha patlattım.Bana doğru sert bir şekilde dönüp; "Sadece susup gideceğimiz yere kadar oturup beklesen ne kaybedersin?!" Bu adam beni delirtiyordu. Dediği gibi yaptım ve buluşma yeri olduğunu anladığım sahildeki restauranta gelene kadar ağzımı açmadım.
İkimizde arabadan indik; o önden ben arkadan restauranta girip ilerledik. İşte şimdi düşüp bayılacağım. Dün Mete'nin evine giren sarışın kadının oturduğu masaya gitmiyorduk değil mi?! Şimdi de beni flörtüyle yiyeceği yemeğe mi getirmişti! Adını bilmediğim, bilmekte istemediğim sarışın kadın bizi görünce ayağa kalktı ve Mete'ye bakarak aptal aptal sırıtmaya başladı. Mete'ye koala gibi sarılmasıda cabası. Mete tam kadının karşısına, bende Mete'nin yanına oturduktan sonra sesinden de kendisinden ettiğim kadar nefret ettiğim kadın işaret parmağıyla beni göstererek; "Bu küçük kız kim Mete'ciğim?" diye sordu.Üniversite okuyorum canım ben ne küçüğü. Çirkin olduğun kadar da körsün demek. Mete bana bakıp alaycı yüz ifadesiyle; "Bu benim yeni sekreterim. Babamın işleri işte. Ayak işlerimi yapıyor, sevimsiz." Söyledikleri hem canımı yakmış hem de sinirlendirmişti beni. Bana "Bu" diye hitap etmesinin dışında, bana ikinci kez "Sevimsiz." deyişiydi. Üstelik bu dip boyası gelmiş silikon torbasının yanında. Kadın Mete'nin söyledikleriyle kıkırdamaya başladı. Önümdeki bıçakla ikisini de parçalamak istesem de, sustum. Yine ve yeniden sustum. Adının Serpil olduğunu Mete'nin "Ne yersin Serpil?" demesiyle öğrendiğim kadın, o cırtlak sesiyle "Ben sezar salata alacağım Mete'ciğim." diye karşılık verdi. Bir de ağzını gere gere fok balığı gibi konuşmuyor muydu, iyice sinirimi bozuyordu bu kadın. Mete menüde biraz daha göz gezdirdikten sonra benimde burada olduğumu fark etmiş olacak ki; "Sen ne yiyeceksin sevimsiz?" diye sordu. İçimden sabır çekip "Kahvaltı." diye yanıtladım düz bir ses tonuyla. Mete elini havaya kaldırıp işaret ve orta parmağıyla garsonu çağırdı; ve siparişlerimizi verdi. Yemek yenirken ki Serpil'in yılışık yılışık gülmeleri, ve Mete'nin sürekli bir şeylerden bahsetmesinin ardından Serpil suyundan bir yudum alıp; "Şu İzmir'deki proje hakkında bir konuşalım Mete'ciğim. Ben diyorum ki; önümüzdeki hafta üç günlüğüne İzmir'e gidip arsaya bir göz gezdirelim. Bakalım neler var, neler yok. Hem bu vesileyle kısa bir tatil de yapmış oluruz." dedi. Bu kadın sırıtmaktan hiç yorulmuyor mu? Ağzın kopsun. "İyi fikir. Kalacağımız oteli ben ayarlatırım." deyip bana döndü; "Sen de geliyorsun sevimsiz." dedi. "Bana "Sevimsiz" demeyi kes artık" diye haykırmak istiyordum. "Gelebileceğimi sanmıyorum. Okulum var." deyip kısa kestim. Gerçekten gitmek istemiyordum. Cırtlak sesli Serpil ve yılışık hareketleriyle, Mete ve sürekli beni ezmesine üç gün boyunca dayanamazdım. "İtiraz etme gibi bir şansın yok. Geleceksin. Okulunu ben hallederim." dedi. Tam ağzımı açıp itiraz edecektim ki, Serpil; "Aslında bu küçük kıza ihtiyacımız yok.İkimizde halledebiliriz." dedi yine yalaka yalaka sırıtırken. "Çok meraklı da değilim zaten. Gelmeye de hiç niyetim yok." dedim sert bir şekilde. Serpil böyle bir tepki beklemiyor olacak ki şaşkın şaşkın Mete'ye işe el atmasını istercesine baktı. "Ben ne dersem o olacak diye defalarca söyledim sana! Bana itiraz etme gibi bir lüksün yok!" dedi. "Bırak Mete'ciğim, anne baba terbiyesi de önemli tabii." diye söze girdi Serpil. Ailemin - olmayan ailemin - olaya dahil edilmesiyle, ve o anki sinirimin birleşmesiyle ayağa kalktım. "Evet doğru, benim başımda aile denebilecek bir şey yoktu. Aslında bakarsan oradan oraya savrulan bir kızdım. Ne baba sevgisi gördüm ne anne şefkati. Annem var evet babam da var. Varlar ama yoklar. Bu yaşıma kadar hep kendi gayretlerimle geldim. Sırf kendi ayaklarım üzerinde durup iyi bir yerlere gelebilmek için Mete Bey'in tüm hakaretlerine, ve sizin ağzınızı gere gere konuşmanıza boyun eğiyorum. Aile terbiyesiyse evet ben olmayan ailemden bir terbiye alamadım. Ama şu var ki; Sizin gibi kendimden yaşça küçük erkeklere kur yapıp kendimi onlara yamamaya çalışmadım." Ben tüm bunları söylerken Serpil kıpkırmızı olmuş, Mete'de donuk yüzünü yumuşatıp beni izliyordu. Ben tüm bu sözleri söylerken yaşların gözümden süzülüp gitmesine engel olamamıştım. Ellerimin tersiyle gözlerimdeki yaşları silip çantamı elime aldım ve ; Mete'ye dönüp "Stajımı sileceğinizi biliyorum. Zaten ben de bu şartlar altında bir iş yapamayacağım." dedim ve arkamı dönüp hızlı adımlarla restauranttan çıktım.Arkamdan gelen sandalye itme sesiyle Mete'nin arkamdan geldiğini anladım. Mete arkamdan; "Bekle Eliz!" diye bağırmıştı, fakat ben durmadım. "Eliz!" diye bir kez daha bağırdı ama yine durmadım. Tam karşıdan karşıya geçecektim ki Mete'nin sertçe beni kendine döndürmesiyle sarsıldım. "Bu şekilde hiç bir yere gidemezsin! Ben sana gitmeni söylemedim!" dedi. Sinirlenmişti. Mete gerçekten aptaldı. Ona içeride "Artık bu işi yapmayacağım." diye söylememe rağmen kalın kafası almamıştı galiba. Kolumu elinden kurtarmaya çalışsam da bırakmadı. "Sizinle çalışmak istemiyorum. Ben sürekli hakaret duymak ya da teşhir ürünü gibi olan kadınlardan terbiye dersi almak için gelmedim buraya! Tamam, bir tatsızlık yaşadık, size ağır laflar ettim belki, ama defalarca kez özür diledim! Bıktım artık, iki günde işitmediğim şey kalmadı. Sanki hizmetçinizmişim gibi bana iş yaptırıp evime gönderdiniz. Şu içerdeki aptal kadının yanına getirip o kadar söz söylemesine müsade ettiniz!" tüm bunları bağıra bağıra söylemiştim. Kolumu sıkması yüzünden canım acıyordu. "Canımı acıtıyorsunuz!" diye bağırdım. Elini kolumdan çekti ve konuşmaya başladı; "Seni kırmak istemedim." dedi. Gözümdeki yaşları geri itmeye çalışsam da başaramıyordum. 'Seni kırmak istemedim' öyle mi?! "Kırmadınız.Şimdi lütfen bırakın gideyim." deyip arkamı döndüm. Ben yürürken; "Özür dilerim Eliz, benim yüzümden stajın yanmasın, devam et." dedi. Mete Sarrafoğlu benden özür dilemişti. Bunu biri tarihe altın harflerle yazmalıydı çünkü Bay Ukala'nın birinden özür dilemesi bir mucizeydi. "Benden neden nefret ediyorsunuz?" diye sordum, ve ona doğru döndüm. "Senden nefret etmekten başka şansım yok, sevimsiz." dedi. Onun sesi ilk kez böylesine çaresiz çıkmıştı. Ve ilk kez bana 'sevimsiz' deyişinde bir duygu vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEK VARİS
Teen FictionHayattan hiç bir beklentisi olmayan, sert ve duygusuz bir Mete Sarrafoğlu, Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, hayatı sorumluluklarının bilincinde yaşayan bir Eliz Çetin. Biri siyah, biri beyaz. Biri güneş, biri ay. Eliz, Mete'nin karanlığında...