Stajımın yanmadığına mı sevinsem, yoksa patronumun Mete oluşunamı üzülsem bilemiyordum. Şirketten çıkana kadar onu takip ettim. Şirketten çıkar çıkmaz "Aklından neler geçiyor?" diye sordu.Ondan böyle bir soru beklemiyordum açıkçası. Şaşkınlığımı gizleyerek "Hiç, hiç bir şey." demekle yetindim. Oysa aklımda bana stajımı zehir edeceği geçiyordu. Hatta aklımda bana yapacağı işkenceleri bile kurgulamıştım. "Eminim şu an sana türlü kötülükler yapacağımı düşünüyorsundur." dedi; ve bana doğru döndü. Resmen aklımı okumuştu. "Ben insanlara bilerek kötülük yapacak biri değilim Eliz. Senin dediğin gibi trafik magandası, aptal veya gerizekalı hiç değilim." Bunları söylerken yüzünde hiç mimik yoktu. "Senin- pardon, sizin kötü veya iyi biri olup olmadığınızı bilemem.Sizi tanımıyorum.Sadece bugün stajda ilk günümdü ve elbiselerim kirlenince sinirlendim. Üzgünüm." dedim; tıpkı onun gibi yüzümü ifadesiz tutmaya çalıştım. "Tanımadığın insanlar hakkında bilinçsizce yorum yapmadan önce bir kez daha düşün o zaman bundan sonra, sevimsiz." dedi; arkasını dönüp spor arabasına doğru yürüdü. Bana sevimsiz demişti. Sensin sevimsiz, aptal ukala.Şuan suratına bağıra bağıra "Evet aptalsın aynı zamanda da zengin ukalanın tekisin." demek istesem de gözlerimi kapatıp tüm bu düşünceleri yutup arkasından yürüdüm. Sürücü kapısını açıp bana baktı; "Seni evine bırakayım.Bin arabaya!" dedi ve; sürücü koltuğuna oturup kapısını kapattı.Bana emir vermesinden şimdiden nefret etmiştim. Dediği gibi yapıp bindim arabaya.
Yol boyunca evimi tarif etmem dışında hiç konuşmadık. Dışarıyı izlerken tek duyduğum nefes alıp verişiydi. Arabanın içinde yoğun bir Manolya kokusu vardı. Arabanın içi de dışı gibi siyahtı.İçeriye renk veren tek şey radyodan çıkan kırmızı ve yeşil ışıklardı.Sessizliği bozup "Yarın için planın nedir?" diye sordu. " Okula gideceğim, oradan sonra eğer bana ihtiyacınız olursa şirkete gelirim." dedim. "Okuldan seni aldırtırım. " dedi; yine mimiksiz yüzüyle.
Evin önüne geldiğimizde arabayı kenara çekti, el frenini çekip bana döndü; "İn!" Tam bir hödüksün Mete Sarrafoğlu! "Teşekkürler." deyip arabadan indim.
Sabah alarm sesiyle uyandım. Alarm sesini oldukça yavaş bir şarkı seçmeme rağmen nasıl Mehter Marşı gibi çalabiliyordu? Yataktan kalkıp ayaklarımı sürüye sürüye lavaboya gittim. Aynada tek gördüğüm gözaltları mor halkalarla dolu olan bir hortlaktı. Elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve kıyafet seçmek için gardolabımı açtım; içinden beyaz v yaka kısa kollu bir tişört ve kot pantolon alıp giydim. Saçlarımı sağ tarafta daha çok kalacak şekilde ayırıp gözlerime rimel sürdüm.Converse marka beyaz ayakkabılarımı giyip, çantamı alıp evden çıktım.Saat 08:10'du ve dersimin başlamasına daha 20 dakika vardı. Annem daha uyanmadığından ve kendim kahvaltı hazırlamaya üşendiğimden pastaneden iki poğaça alıp okula giderken onları yedim.
Çıkış kapısında beni bekleyen beyaz arabaya doğru ilerledim. Şoför camını açıp "Eliz Hanım?" diye sordu. Onaylarcasına kafamı salladım. Adını bilmediğim 30lu yaşlardaki adam hemen arabadan inip benim için arka kapıyı açtı; "Buyurun." Yolculuk sırasında alt tarafı bir stajyerim bana özel arabaların gelmesinin çok tuhaf ama bir o kadar güzel bir şey olduğunu düşündüm. Yaklaşık 20 dakika sonra nereye gittiğimizi bilmediğimi fark edip; "Nereye gidiyoruz acaba?" diye sordum. Şoför aynadan bana bakıp; "Mete Bey'in evine gidiyoruz." diye yanıtladı. Evine neden gidiyorduk ki şimdi?
Araba, kocaman bahçesi ve havuzu olan beyaz bir villanın önünde durdu. O evi görünce gözlerim fal taşı gibi açıldı ve şaşkınlığımdan kaynaklı olacak ki; "Burası mı?" diye heyecanla sordum. Şoför kafa sallayıp benim kapımı açmak üzere aşağı indi. Dış kapıyı açıp bahçeye girdim ve ahşaptan olan evin kapısına geldiğimde üstümü başımı ve saçlarımı düzeltip zile bastım. Kapıyı Mete açtı; "Gir içeri!" diye o nefret ettiğim emirlerinden verdi. Yeni uyanmış olacaktı ki üzerinde eşofman altı ve siyah bir atlet vardı. Saçları olduğundan daha dağınıktı. Yeni uyanmış olmasına rağmen oldukça karizmatik duruyordu.
Onu salona kadar takip ettim. Evin içi de dışı gibi göz alıcıydı. Genelde spor şeyler kullanılmış olsa da çok güzel gözüküyordu. Salonu lacivert L koltuk, ahşap bir masa, kocaman denebilecek büyüklükte bir televizyon ve içi kitaplarla dolu olan bir kitaplıktan oluşuyordu. Mete koltuğa oturdu ve saçlarını düzeltip oturmam için çenesiyle koltuğu işaret etti. Çantamı ahşap masaya koyup koltuğa oturdum. "Yeni uyandım ve açım. Bana kahvaltı hazırlamanı istiyorum!" dedi; kesinlikle samimiyet barındırmayan bir ifadeyle bana bakıyordu. "Ben sekreterinim, hizmetçin değil!" dedim. Bu biraz 'yürek yemek' tabirine uysa da söylemiştim. "Ben ne istersem onu yapacaksın. Yapmak zorundasın. He, beğenemiyorsan staj yerini İstanbul'daki başka kıytırık firmalara aldırabilirsin."dedi; bunu staj yerimi değiştirmek istemeyeceğime emin olarak söylemişti.Böyle bir fırsat bir daha elime geçmezdi. Ne yazık ki haklıydı. Gözlerimi devirdim ve iç çekip "Mutfak nerede Mete,Bey?!" diye sordum. Yine yüzüne her zamanki gülüşünü yerleştirip "Merdivenin hemen sağında." dedi; ve televizyonun kumandasını alıp televizyonu açtı. Hazırladığım her şeye fare zehri koyup Mete'yi zehirlemek istesem de sadece buzdolabından kahvaltılıkları ve sucukla yumurtayı çıkartıp işe koyuldum.
Ben içimden "Sucuklu yumurta tamam, poğaçalar, peynir, zeytin, salam, reçel..." diye eksik varmı diye bakarken mutfağa Mete girdi. Şaşırmışa benziyordu; "Senden böyle kahvaltı beklemiyordum. Yumurta bile kıramazsın diye düşünmüştüm." dedi; alaycı bir şekilde. "Siz ne diyorsunuz, ben çok güzel yemek yaparım. Hele bir etli yaprak sarması yaparım, parmaklarınızı yersiniz." Ben bunları söyledikten sonra yüzü düştü ve yere bakarak; "Etli yaprak sarmasını severim. Ben küçükken annem de yapardı." dedi. Ve boş bulunmuşçasına "Ekmek verir misin?" deyip kendini düzeltti. Anne konusunda neden böyle olmuştu anlamadım. Hoş, 2 gündür şirketteydim bir şey bildiğim de yoktu. Çok merak etsem de tepkisinden korktuğum için susup ekmek vermekle yetindim. Bardağına çay koyup yerime oturdum. Bu karizmatikliğinin altına bir ayı barındığını biliyordum. Kıtlıktan çıkmış gibi kahvaltısını ederken "Bu günlük başka bir şey istemiyorum. Evden çık. Zaten misafirim gelecek." dedi. Ben boşuna zengin ukala demiyorum bu çocuğa. "Beni bu yüzden mi buraya getittirdiniz?!" dedim. Sanırım sesim biraz yüksek çıkmıştı. Hiç istifini bozmadan; "İşin bu kızım senin. Dediklerimi yapacaksın! Ben ne istersem o." dedi.İçimden "Allah evine ateşler salsın" diye geçirirken "Size iyi eğlenceler Mete Bey!" deyip salona gittim. Masanın üzerindeki çantamı alıp evden çıktım.En çokta şu uyuza cevap verememekten nefret ediyordum. Bön nö östörsöm ö. Aptal gerizekalı! Benim bahçe kapısından çıkmamla sarı saçlı, göğüs dekolteli elbisesi olan bir kadının kırmızı spor arabasından inip Mete'nin evine doğru yürümesi bir oldu. Aptal, gerizekalı ve zengin ukala oluşunun dışında bir de sapıksın Mete Sarrafoğlu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEK VARİS
Teen FictionHayattan hiç bir beklentisi olmayan, sert ve duygusuz bir Mete Sarrafoğlu, Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, hayatı sorumluluklarının bilincinde yaşayan bir Eliz Çetin. Biri siyah, biri beyaz. Biri güneş, biri ay. Eliz, Mete'nin karanlığında...