4. Bölüm

102 8 0
                                    

Aşağıdan gelen dolap kapama sesiyle gözlerini aralarken, elleri ile gözlerinden akan yaşları sildi Sam. Geçmişi hatırlamanın en kötü yanı buydu belki de. Onu normalde olmadığı bir duygusallığa sokuyordu. Yataktan kalkıp üstünü giyinmeden önce yüzünü soğuk su ile yıkadı. Her ne kadar Brian'ın eleştireceğini bilse de pijamalarını giydi. Böyle erken saatlerde pijamalarla dolaşmayı uygun bulmayan kocası, evde çalışırken rahat olma isteğini bir türlü anlayamıyordu. Bilgisayarını kucağına alıp bacaklarını kıvırırken kot pantolonla oturulamadığını anlamamakta ısrarcıydı.

"Günaydın uykucu. Bu saatte ne uykusu bu böyle?" Bir yandan dolaptan tencere tava çıkartan Brian bir yandan da konuşuyordu.

Elleri istemsizce gözlerine kayan Sam, çekingen bir ifade ile sordu. "Uyuduğumu nereden anladın?" Her ne kadar kocası olsa da, yanında ağlamaktan asla hoşlanmazdı. Maalesef ağlamanın bile güzelleştirdiği kadınlar değildi ve ne yazık ki kocası iyi teselli veren insanlardan biri olmamıştı.

"Geldiğimde yukarı çıkıp üstümü değiştirdim. O kadar derin uyuyordun ki masaya çarptığımı bile duymadın. Etler hazır bu arada sadece tavaya atılacak sen halleder misin canım?"

Cızırdayan tavaya etleri bırakırken Brian'ın pijamalarına baktığını gördü. "Et olduğunu bilsem pijamalarımı giymezdim, et kokacak şimdi."

Çapkınca göz kırparken, "merak etme nasılsa yatakta üstünde fazla durmaz," derken sırıtmaya başlamıştı Brian. Her ne kadar bir süredir yatakta tek yaptıkları uyumak ve yorganı çekiştirmek olsa da bunu hatırlatma gereği duymadı Sam. Nasılsa onunda bu yönde bir isteği yoktu ve uyuyan aslanı uyandırmanın gereği yoktu.

Bir süredir eskisi kadar yakın olmadıklarının farkında olsa da konuyu açıp, mevcut durumu daha da kötüleştirmekten korkuyordu Samantha. Üniversite yıllarından beri tanıyıp uzun bir flört döneminden sonra evlendiği Brian, aslında bir eşten çok yakın bir arkadaştı onun için. Aynı ideallere sahip ve aynı yolları farklı güzergahlardan yürüyen iki arkadaş.

Salataları eşliğinde etlerini yerken geçmişi düşünmeden edemiyordu. Bugün belki de onun nostalji günüydü. Neyin tetiklediğini bilmiyor, yine de aklı eskilere kayıp duruyordu. Sabahları erken çıktığı için okumayı akşama bıraktığı gazetelerine dalmış, yemeğini yiyen kocasına baktı göz ucuyla. Eskiden konuşmalarla geçen yemekler artık sessizliğe bürünmeye, masadan çıkan tek ses gazete hışırtısı olmaya başlamıştı. Üniversite okuma grubunda onunla ateşli tartışmalar yapan ya da beğendiği bir kitabı okutmak için ona baskı yapan erkek aynı kişi mi bazen hatırlamakta zorluk çekiyordu. Her ne kadar aynı ideallere sahip olsalar da geldikleri yerden memnun muydu emin olamıyordu. İleride ikisininde ünlü yazarlar olacağına inanan Brian, Sam'im soyadını almasını bile istememişti. Ona göre biri daha önce olduğunda diğerini etkilememeliydi ve şuan o bir yayınevinde editörlük yaparken, kendi de deyim yerindeyse ayak işleri yapıyordu ve ünlü olmaya ancak bu kadar uzak olabilirdi.

Tabağını sudan geçirip makineye yerleştirirken sessizce iç çekti. Annesi gibi olmamak için uğraşırken belki de bir hata yapmıştı. Arkadaşı arkadaş olarak kalmalı ve hiç evlenmemeliydi. Göz ucuyla tekrar kocasına baktı. Acaba sen bu durumdan hiç şikayetçi değil misin diye düşündü. Tutkuyla sevebileceğin, akşamları gazete sayfaları yerine yüzüne bakmayı tercih edeceğin bir kadın istemiyor musun? Ya da ben kendim için böyle bir erkek istersem hiç itiraz eder misin?

Kafasını sallayıp kapıya ilerlerken "ben çalışmaya gidiyorum," sözlerine gelen tek cevap "hı hı, iyi çalışmalar," oldu.

* * *

Çarşamba sabahı saat tam 10'da kütüphane giren Cassandra, geçen sefer ki sade ve şık giyinmişti. Yürüyüşünün hafifliği ve zarafetinden dolayı onu bir su perisine benzetmeden edemedi. Yerine oturup ayaklarını yine altına toplarken, onun biyografinin yazacak yazardan ziyade, evine oyuna gelmiş arkadaşı gibi gülümsüyordu.

"Çalışmaya daha doğrusu sana hayatımın en kirli detaylarını dökmeye başlamadan önce sana birkaç soru sorsam olur mu?"

"Olur tabi, yine de neden olduğunu merak ettim."

"Dediğim gibi sana hayatımın belki de en gizli detaylarını anlatacağım. Tek başıma olursan kendimi psikolog koltuğunda oturur gibi hissetmek istemiyorum," derken dudaklarını büzmüştü Cassandra. "Yanlış anlama psikologları severim, hele de birkaç tanesini mesleği bıraktıracak kadar rahatsız etmiş olsam da, yine de her anlattığıma kafa sallayıp not alan birine dert anlatmaktan hoşlandığım anlamına gelmez."

"Evet, bende hiç hoşlanmam hak veriyorum," derken Cassandra'nın gülümsemesine kapılıp gülümsemeye başlamıştı bile.

Ayaklarının yönünü Sam'e doğru çeviren Cassandra, kolunu dizine dayayıp çenesinin avucuna yerleştirirken yüzünde sinsi bir ifade ile kaşlarını kaldırmıştı. "Demek ki sende psikoloğa gittin Sam. Anlat bakalım sen hangi delilikten dolayı düştün bu yollara. Hadi ben milyonlarla uğraşıyorum, arada devrelerimin atması normal. Sen gayette normal birine benziyorsun."

Kaşlarını kaldırma sırası Sam'e gelmişti. "Psikoloğa gidenler deli mi oluyor? Desene o kadar yıl okuyup psikolog unvanını alırken boşuna uğraşıyorlar. Eninde sonunda deli doktoru olarak kalıyorlar."

Boşver der gibi elini salladı Cassandra. "Boşver şimdi ne demek istediğimi anladın. Azıcık deli olmasak doktorda işimiz ne? Hastalanmayan biri doktora gider mi? Bizimde sorunumuz kafada, deli olduğumu kabul ediyoruz da onlar deli doktoru olduğunu mu kabul edemiyorlar? Üstelik sayemde tek katlı evini 3 katlı evle değiştiren ilk psikoloğumun bundan şikayetçi olacağını hiç sanmam. Hoş hiçbir zaman itiraf etmeyecek olsa da sayemde semtini değiştirdi, hem de çok daha iyi bir yerle. Eh eli boşta gitmedi ya neyse."

Yaklaşık 4 yıl önce Cassandra'nın, kısa sürelerle önce bebeğini sonra eşini kaybettiğini hatırlayan Sam, psikoloğa gitmekte haklısın diye düşündü. Ben küçük bir kızken annemi kaybetme zorlandıysam sen kim bilir ne kadar acı çekmişsindir.

Bir dahaki gelişinde daha rahat bir şeyler giymeyi aklına not eden Sam oturuşunu değiştirdi. "Aslında istediğim bir şey değildi ama 13 yaşımda anne ve baban ölünce, seni koruyucu aileye yerleştirirken aynı zamanda psikoloğa gitmem konusunda oldukça ısrarcı olan bir Sosyal Hizmetlerimiz var."

Gözleri ilgiyle parlayan Cassandra biraz daha öne eğildi. "Korucu ailede mi büyüdün?"

"Yaklaşık 3 tane."

"Nasıl yaklaşık?"

"Son kaldığım evde 1. senem dolmadan önce üniversiteye başladım. Hoş yaşlı bir çiftti. En çok oradan ayrıldığım için üzüldüm."

"Anne ve baban nasıl öldü?"

İlk başta biraz tereddüt etse de daha sonra kendini ailesini anlatırken buldu. Cassandra gerçekten iyi bir dinleyiciydi, doğru yerlerde doğru soruları soruyordu. Konuşması bittiğinde gözleri yaşlarla dolmuştu.

"Gerçekten çok tatlı bir annen varmış. Çok şanslı bir çocukmuşsun."

"Evet, öyleydi. Hem bana hem de kendine yetecek kocaman bir kalbi vardı. Erken gittiği için her zaman üzülüyorum."

"Bazen Tanrı sevdiklerini yanına erken çağırır Sam'cim. Onların daha iyi bir yerden bizleri izlediklerini düşünmek belki de tek tesellimiz oluyor," derken eliyle Sam'in elini okşuyordu.

Bana Yaşamayı ÖğretHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin