Çığlık

116 18 10
                                    

Evet,bu hikayemizin ilk bölümü ve biz bunun için cidden heyecanlıyız.Beğenecek misiniz,yoksa hiç mi sevmeyeceksiniz bilemiyorum.Sevmenizi umut ediyorum.Ediyoruz.Ve tabii o olmasaydı bu hikaye olmazdı dediğim Zeynep'e teşekkür ediyorum.Bu hikayeyi birlikte yazıyoruz.Seni seviyorum Zeyneeeep!!

Normal bir gündü.Tuhaf sayılabilecek kadar normaldi; rüzgar esmiyor ya da güneş tenime batmıyordu.Komşumuzun köpeği üstüme atlamıyordu.Sanırım en saçması da buydu.

Ama hiçbir şey fark edemeyecek kadar kördüm. Sadece doğum günümü düşünüyordum. Ailemin bana alacağı hediyeleri. Gelecek tebrik kartlarını ya da Büyükannemin ördüğü ev kokan bol yünlü kazakları. Her sene böyle yapardı. Desenli bol kazaklar örüp lavanta kokulu bir notla birlikte gönderirdi. Yalnızca doğum günleriyle yetinmez özel günlerde ve bayramlarda da gönderirdi. Geçen bağımsızlık gününde Amerika bayrağı desenli bir tane göndermişti.

Gelecek hafta 16 olacaktım. Bu gerçekten iyi hissettiriyordu. Sonunda ehliyet alabilecektim. Tamamen bir yetişkin olacaktım. Hayallerimi gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşacaktım. Fazla büyük hayallerim yoktu tabii. Bütün ülkeyi karavanla gezmek, baharat kokan sokaklardan, taş kaldırımlardan geçmek, yeni insanlar tanımak istiyordum.

İşte tüm hayatımı değiştiren o gün pencerenin önünde oturmuş müzik dinliyordum. Bisiklet süren küçük çocukları, köpeklerini gezdiren çiftleri ve mutlu insanları izliyordum. O sırada onu gördüm: annemi. Yine sırtındaki etnik desenli sırt çantası ile yürüyordu. Bunu hep yapardı. Kimseye haber vermeden çıkıp giderdi. Nereye gittiğini söylemez, sorularımızı geçiştirirdi. 16 yaşına girecek olmanın özgüveni ve hırsı gözümde bir perde gibi belirdi. Büyümüştüm artık. Annem ne yaptığını bizden saklamıştı hep.Belki de küçüğüz diye yapmıştı ama artık büyümüştüm. Ne yaptığını öğrenecektim. Kızıl saçlarını savurarak ilerleyen anneme baktım. Sırrını öğrenecektim.

Ahşap merdivenin çatırdamasını umursamadan koşar adım merdivenlerden indim. Zack aşağıda bilgisayar oyunu oynuyordu. Yeşil konverslerimi ayağıma hızlıca geçirip kapıdan çıkmıştım. Annem hala görüş alanımdaydı. Ona fark ettirmeden iki metre kadar arkasından yürüyordum. İçimde tuhaf bir his vardı. An itibariyle annemin bizi büyütürken üzerimize ördüğü sis gibi karanlığı delip geçiyor, gerçeğe ilerliyordum. Annem ormana doğru yürüyordu. Belki de resim çizecekti. Annem iyi bir ressamdı; resimlerine bakan ne hissettiğini hemen anlardı. Annemin tablolarına dokunmayı, boyanın ipeğimsi dokusunu hissetmeyi çok özlemiştim. Annem artık resim yapmıyordu.

Ormana girer girmez ayağımın altında çatırdayan dalların sesini, esen rüzgarı ve çam kokusunun içimde hissettim. Ormanları hep sevmiştim. Ben ormanın huzurunda boğulurken annem durdu. Beni duymuş olmalıydı. Sessizce küfrederek bir ağacın arkasına saklandım. O sırada nereden çıktıklarını anlamadığım bir grup kadın annemin etrafına toplandı. Bu kadınlar annemin resim kursundan değillerdi, onları tanımıyordum. Gizlice içlerinden birini incelemeye başladım. Uzun ve mavi bir elbise giyiyordu. Saçları uzundu ve kafasının tepesinden toplanmıştı. Güneş ışığı kadar parlak ve sarıydılar. Gözleri bir kılıcı kırabilecek kadar keskin ve bir o kadar da sevecen bakıyordu. Bakışları birbiriyle çatışıyor, değişiyordu. "Su gibi" dedim içimden, "Su gibi değişken". Ve onu ilginç kılan en önemli özelliği alnındaki su damlası dövmesiyle başlayan, köprücük kemiklerine kadar inen oradan kollarına doğru akan avuçlarında patlayan dalgalı motiflerdi. Bir tür dövme ama insan elinden çıkamayacak kadar mükemmel motifler.

Onları görebilecek kadar yakın ama konuşmalarından bir anlam çıkaramayacak kadar uzaktım. Uzun süredir kendi aralarında konuşuyorlardı. Merak duygum giderek artıyordu. Tüm yolu bir ağacın arkasında dikilip annem ve arkadaşlarını dikizlemek için gelmemiştim. Sessiz adımlarla onlara daha yakın olan yaşlı meşe ağacının arkasına saklandım.Hala ne söylediklerini duyamıyordum.Tam onlara daha fazla yaklaşacaktım ki ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladılar. Peşlerinden gitmeli miydim? Merak ediyor gitmek istiyordum. En fazla ne kaybederdim ki? Aramızdaki mesafeyi koruyarak peşlerinden gittim. Yürüdükçe ağaçların rengi koyulaşıyor ve sıklaşıyordu. Sanki orman beni içine çekiyor gibi hissediyordum. Annem ve arkadaşlarıyla aramızdaki mesafeyi koruyarak sessizce ormanda yürümeye çalışmak ızdırap vericiydi. Ara sıra ayağım dallara otlara takılıyor düşme tehlikesi geçiriyordum. Yürüdükçe içimi bir sıkıntı kaplıyordu. Geri dönmek için çok mu geç kalmıştım?

Ben içimde çağlayan endişe dalgasıyla boğuşurken annem ve arkadaşları durdular .Cidden ne haltlar döndüğünü merak ediyor bir yandan da korkuyordum."Saçmalama" diye fısıldadım kendime."En fazla ne yapabilirler ki? Kedi falan kesmeyeceklerdir herhalde!"

Hayretler içinde kalmış,olanları izliyordum. Annem doğruldu ve sırt çantasını geniş omuzlarından indirdi.İçinden bir kılıç çıkardığında korkuyla izliyor ve hareket edemiyordum. Bu bir ayin miydi?Beynim uyuşuyordu ve kalbim fazla hızlı çarpıyordu. Yine bir panik atak krizi geçiriyordum. "Şimdi olmaz" dedim kendime ama yığılıp kalmak üzereydim. Bir iki adım attım. Çembere yaklaşıyordum. Bunu neden yaptığımı bilemiyordum.Ama yaklaşıyordum işte. Annem beni gördü. Endişeli görünüyordu. Kadınlar durdu. Annem yavaş çekimde bana doğru yürüyordu. Ama çoktan gözlerime perde inmişti. Bir adım daha atamadan yere yığıldım. Son hatırladığım annemin sesiydi. "Sarah!"

HEXHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin