Yunan heykellerinin özeneceği bir burunla karşı karşıyaydım. Bu çocuk gerçekten çok hoş görünüyodu, sadece görünmekle kalmayıp bakıyordu da. Tanrım, böyle bakmasın eriyebilirim! Şu an gerçekten birbirimize çok yakındık. Aslında ona cevap vermek için dönmüştüm ama yüzünü gördükten sonra ne diyeceğimi unuttum. Aptal bir dalgınlıkla ona bakarken metro ani bir fren yaptı, nerdeyse düşecektim ki tanrıların oğlu (!) beni belimden kavradı. Hay Allah bu kaçıncı rezillik?! Ve konuştu :
- Sen doğru düzgün gidemez misin?
Resmen beni azarlıyordu. Cevabım gecikmedi:
- Siz İstanbullular mağdur olana yardımcı olmak yerine dalga geçip azarlıyorsunuz sanırım.
Oh ne güzel demiştim. Gözleri önce yüzümü taradı, ardından dudaklarıma yöneldi ve orda sabitlendi. Kalp atışlarım hızlandı, bana neler oluyor böyle? Tanımadığım, suratını ilk kez gördüğüm bu çocuğun karşısında ve İstanbul' un bir metrosunda bu ne heyecan?
- Dudağın dedi ve devam etti, kanıyor.
Bunu fark etmiştim ama ellerimle tutunmaya çalıştığım için çantamdan mendil alamıyordum. Tanrıların oğlu durdu, cebinden pembe işlemeleri olan bir mendil çıkarttı, dudağımı sildi. Şaşkınlıkla bir elimi bıraktım elinden mendili kaptım ve dudağımdaki birkaç damla kanı sildim. Böyle cool bir çocuğun cebinden pembe işlemeli bir mendil çıkmasına mı yoksa dudağımı silmesine mi şaşırmalıydım?
Normalde o mendil bende kalmalı sonra biz bu yakışıklıyla bir yerde karşılaşmalıyız, o beni mendilden tanımalı , birbirimize aşık olmalıyız vesaire değil mi? Ama öyle olmadı işte. Sultanahmet durağına geldiğimizde tam bir öküz modunda 'Mendilimi geri ver!' diye emretti. Hİçbir şey demeden verdim, hem şaşkın hem de saçma bir biçimde bu yabancıya kırılmıştım. Ardından:
- Ben bu durakta ineceğim, dedi.
- Sormadım hangi durakta ineceğini.
- Sorduğun için söylemedim, önümden çekilirsen ineceğim.
O an kapının önünde durduğumu fark ettim, kenara çekildim. Tekrar tekrar bu kadar kısa sürede rezil olabildiğim için kendimi tebrik etmeliyim sanırım. Neyse bu çocuğu bir daha görmeyeceğim için sorun yok sonuçta. O indi ama ben tekrar görebilirim belki umuduyla gözden kaybolana dek arkasından baktım.
Beyazıt- Kapalıçarşı durağında indiğimde Deniz abim beni bekliyordu. Beni İstanbul Üniveristesi'nin giriş kapısına götürdü, gerçekten fotoğraftakilerden daha görkemliydi. Kampüsün içini biraz gezdik, sonra o ders seçim işlemlerini halletti. Birlikte Kapalıçarşı'ya gitik ve bir sürü şey aldım. Gerçekten kendimi çok mutlu hissediyorum. Abime şoförü çağırmamızı teklif ettim ama metroya binceğimizi söylediğinde de sebepsiz bir şekilde içten içe heyecan yaptım. Aslında sebebi belliydi ama saçma işte. Neticede Kabataş durağına kadar geldik ve tanrıların oğlu yoktu. Neyse şoför bizi aldı ve evimize gittik.
Evimiz Sarıyer'in üst kısımlarında büyük bir araziye kurulmuş bir yerde. İçerisinde açık- kapalı yüzme havuzu, spor salonu, teniz kortları hatta ufak çaplı sinema salonu ve toplantı salonu bile var. Bu ev babam tarafından milyonlarca lira döktürtülerek yaptırıldı tabi ki güzel olacaktı. Annemse dünyanın birçok yerinden iç mimarlarla içini döşedi.
Neyse benim odama gelirsek bir daire denilebilir. En üst katta kocaman bir yatak odam ve yanında da kıyafet odam bulunuyor. Güzel, büyük bir banyo ve ufak çaplı bir mutfağa sahibim. Odama hem merdivenleri hem de evin içindeki asansörü kullanarak çıkabiliyorum. Odama çıkar çıkmaz eşofmanlarımı giydim ve yemek salonuna geçtim. Bütün aile burdaydı. Sevgi ablam sürekli Hakan abimle iş hakkında konuşuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dinle Beni!
Teen FictionDünya zenginleri arasında yer alan bir ailenin kızını düşünün! Herkesin amacı zenginlik, Derin Mirhansoy ise tıpkı yaşıtları gibi normal ve sıradan bir hayat istiyor. Bu zor olacaktı ama acı verici olacağını nerden bilebilirdi ki ?!