Hava o kadar soğuktu ki üzerime giydiğim kalın montumun ufacık bir etkisi bile yokmuş gibi tir tir titriyordum. Cebimde yumruk yaparak ısıtmaya çalıştığım elime soğuktan uyuşmuş olan elimdeki sigarayı alıp derin bir nefes de oradan çektim. Bakın durum çok saçma gelebilir ama girdiğim depresiflik halinden beni çıkarabilecek tek şey o an bu küçük sigara parçası gibi görünüyordu ve içerideki gereksiz konuşmaları dinlemek yerine burada titrerken sigaramı içmek daha mantıklı gelmişti. Gerçi üşürken pek zevk alamıyordum ama bu konuya girmeyeceğim.
Hava çok sisliydi ve inanın yarım metre önümü görmekte bile zorlanırken yanımda devasa bir karartı görmek beni yerimde sıçratmıştı. O an sadece bunu hiç ses çıkarmadan yaptığıma sevinmekle meşgulken yanımdaki gençten içimi sıcacık eden bir kıkırtı duydum. Ardından bana elini uzattı, yüzünü görmek için gözlerimi kısarak dikkatle baktım ancak puslu bir görüntüden başka bir şey ulaşmadı zihnime.
Uzattığı eline bakıp derin bir iç çektim ve elimi büyük avcunun içine bıraktım. Avcu sıcacık ve biraz da nemliydi ancak buz tutmuş parmaklarımın şoka uğramış gibi hemen ısınmaya başlamasından bunu umursamamıştım. Uzun parmaklar elimi sıkıca kavrarken başka bir kıkırtı daha duydum.
Açıkçası bu kadar çok gülünecek ne vardı anlamamıştım. Oradan bakınca yüzümü görebildiğini düşündüm çünkü ışık onun sırtına, benim ise yüzüme vuruyordu. Düşünmeden elimi emanet ettiğim genci merak etmiyor değildim ancak şu an elimin ısınıyor olması daha önemli bir ayrıntıydı benim için.
"Çakmak istemek için elimi uzatmıştım ancak bu beni daha çok memnun etti."
Nasıl oldu bilmiyorum ama o an yüzüne hınzır bir gülümseme yerleştirdiğini hissetmiştim. Avcunun içine hapsettiği elimi çekmek istediğimi anlamış gibi daha sıkı kavrayıp uzun, lacivert -evet bunu görebilmiştim- paltosunun cebine soktu. Nedense yüzümü bir anda ufacık bir gülümseme kapladı.
Elimde tuttuğum sigaradan küçük bir nefes çekip ardından yabancıya uzattım. Büyük bir istekle sigarayı iki parmağının arasına sıkıştırdı ve dudaklarına götürdü. Onu çekmekle ne düşünüyordum inanın bilmiyorum, galiba sadece artık dayanamamış ve yüzünü görmek istemiştim. Parmaklarını geçirdiği elimi dışarıya çıkarıp bir anda onu ışığın vurduğu tarafa ittirip kendim de diğer tarafta dururken sonucun bu kadar iç kavurucu olacağını tahmin etmemiştim. İçeride, büyük salonda birkaç kez göz göze geldiğim çocuk şu an burnumun dibindeydi.
Dudaklarım yavaşça aralanırken "Siktir" demeyi kesinlikle planlanmıştım ama çok geçti. Neyse ki bunu bir mırıltı şeklinde söylemiştim. En azından o an tek temennim buydu.
Dudaklar, -evet bu sırayla ilerlemeyi bende düşünmezdim- burun ve gözler. Kaybolacağımı düşündüm. Sanki o dipsiz bir kuyuydu ve ben oradan asla çıkamayacaktım. Elinde tuttuğu sigaramdan kaçlarını çatarak derin bir nefes aldı ve dumanını tam yüzüme üfledi. O an bundan bağırarak kaçmam ve ona bir daha yapmamasını söylemem gerekiyordu ancak öylece durmuş gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum. İçim eğer gözlerimi kaçırırsam büyük bir günah işleyecekmişim gibi bir hisle doldu.
"Buradan uzaklaşmak ister misin?"
Hem de nasıl!
"Bu güzel olurdu. Ama içeridekinden başka çıkış kapısı olduğunu sanmıyorum." Diye mırıldandım. O an nereye istese onunla gidebilirdim. Derin kahvelerini gözlerimden bir an olsun ayırmamıştı.
"Ben biliyorum."
Hala cebinin içinde duran, sıcacık olmuş elimi çekiştirip beni az önce önünde durduğum trabzanlara yöneltti. Sıkıca kavradığı elimi cebinden çıkarıp bıraktığında içim bir anda tenime değen soğukla titremişti ve gitmek istemediğimi söylemiş olmayı dilemiştim. Adını bile bilmediğim adam kendini trabzanlardan sarkıtarak küçücük bir pat sesiyle aşağı, ayaklarının üzerine düşüverdi. Ardından kollarını uzatıp benim de inebilmem için cesaret vermişti ama bunu yapabileceğimden emin değildim. Boyum onunki kadar uzun değildi ancak gözleri öyle bir hevesle bakıyordu ki bir anda kendimi onun kollarının arasında, sürtünerek aşağıya inerken buldum. Bedenim neredeyse onunkine yapışmıştı ve derin nefesi yüzüme çarpıyordu. Biraz sigara, biraz misk kokan tenini burnumun ucunda hissediyordum. Kalbim bir anda deli gibi çarpmaya başlamıştı.
Adam elimi yeniden sıkıca kavradı ve beni önümü bile göremediğim alanda arkasından sürüklemeye devam etti. Birleşmiş ellerimize bakarken öyle dalmıştım ki sonunda olduğumuz büyük köşk bozması restorantın otoparkında olduğumuzu fark etmişim. Siyah, Maybach görmek kesinlikle umduğum bir şey değildi. Arabanın içerisine korkarak yerleşmiştim.
İlk defa tamamen görebildiğim adamı iyice süzüp yerime daha çok sindim. Tanrım, çok, çok yakışıklıydı. Gözleri keskin bir ifadeyle yola odaklanmıştı ve nedense gözlerimi onun üzerinden çekemiyordum. Sonunda bana dönüp içimi kıpır kıpır eden bir gülümseme takındığında ellerim ne ara çenemin altına gitmişti ve ben ne ara ona melül melül bakmaya başlamıştım anlayamamıştım bile.
"Bir şey mi oldu?"
Yüzündeki gülümseme çenemin altındaki ellerime bakarken biraz daha büyüdü.
"Sadece, şey, biraz üşüdüm." Ellerimi çenemin altından kurtarıp ovuştururken biraz daha gerçekçi olmasını ummuştum. Ama Tanrım, araba cayır cayır yanıyordu ve bedenimin ondan binlerce kat daha sıcak olduğunu hissedebiliyordum. Öyle ki bu kadar yanarken tamamen çıplak bile kalabilirdim.
"Nereye gidiyoruz?" Dikkati üzerimden çekebilmek adına cıvıldayarak sorduğumda adam önce bedenime, ardından tam gözlerimin içine baktı.
"Evime."
Ve siktir be, bu mükemmel!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You touched my heart, you touched my soul
Novela JuvenilSen aklıma gelince her şey gülümserdi. Ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı tatlı eserdi. *Sabahattin Ali Yazar; Hunniel