@ 1 @

5.3K 337 106
                                    

Dört gözle beklediği mesai saatinin bitişiyle zaten toplamış olduğu masasından aniden kalktı.
Sandalyesine astığı ceketini giyecek kadar dahi sabrı yoktu.
Kolunda ceketi ve elinde çantası ile asansörü beklemeden merdivenlere yöneldi.
Ofisinin ikinci katta olmasının avantajı on iki katlı iş merkezindeki sayıları fazla , hacimleri geniş asansörleri beklemek zorunda olmayışıydı.
Her koridoru çeşitli kahve kokusu barındıran binadan burnunu kapattığı  mendiliyle çıktı.
Özgürlüğüne bir parça kavuşmuştu.
Yaşam alanına ulaşana kadar özgür sayılmazdı.
Önünde daha çok engel vardı.
Bunlardan biri binanın sağında, elli metre ilerde alt geçit ve solunda iki yüz elli metre ilerde üst geçit olmasına rağmen sağ tarafta üç yüz  metre ötede ışıklardaki yaya geçidiydi.
Üst geçitleri sevmiyordu çünkü üzerinden geçerken her an yıkılacakmış hissinin verdiği tedirginlik onda stres yapıyordu.
Stres demek migren demekti.
Belki de yükseklik korkusu vardı.
Bu durumda korku gerginlik, gerginlik stres ve stres yine migren demekti.
Alt geçitlerden nefret ediyordu çünkü kötü kokuyorlardı.
Ve koku ister iyi olsun ister kötü onun baş düşmanıydı.
Çünkü beyninde kokuyu algılayan merkezin bir koku ile uzun süre meşgul olması demek migren demekti.
Aslında koku hassasiyeti vardı.
Mesela birazdan önünden geçeceği pastaneden gelen tatlı şirin kokular belki pek çok insanı cezbederdi.
Ya da bir sonraki köşede bulunan fırından gelen taze ekmek kokusu belki sizi doyurmaya yeterdi.
Ya da şu kızarmış tavuk satan küçük dükkandan gelen tavuk kokuları. .
Seyyar satıcılarda satılan sıcak yiyecek kokuları. .
Yanından geçen saçlarını rüzgara vermiş genç ve güzel kızdan yayılan parfüm kokusu..
Bunların hepsi sıradan insanları cezbeden kokulardı.
Onları kendisine göre sıradan kılan migreni olmamalarıydı.
Lanet olsun ki onun migreninin koku hassiyeti vardı.
Tüm bu mekanların önünden rahatça geçebilmek için maske takması gerekiyordu.
Yaya geçidini başına geldiğinde maskesini taktı ve koşar adım geçti yaya geçidini, ardından onu evine ulaştıran yol boyunca her tarafa kokular saçan dükkanları.
Neyse ki evinin bulunduğu apartman iş yerine fazla uzak değildi.
Özellikle iş yerine yakın bir daire tutmuştu.
Toplu taşıma araçlarından nefret ediyordu.
Kalabalık olması bir yana, ter ve sigara kokusundan ölecek gibi oluyordu.
Arabası yoktu.
Aslında kendine idare eder bir araba alabilirdi pekâlâ.
Ama Seul trafiği onun için fazla stresliydi ki stres demek yine migren demekti.
Apartmanın bir site içerisinde yer almasına da dikkat etmişti evi tutarken.
Site demek biraz daha sessiz sakin bir ortam demekti, tabi site sakinlerinin çocuklarının gürültüsünü saymazsa.
İşte bu yüzden evi yedinci katta idi.
Gürültünün onu bulamayacağı, apartmanın son katı.
Son kat demek aynı zamanda çatı katı demekti.
Yani ona gürültü yapabilecek bir üst komşusu yoktu.
Gürültü demek migren demek değilse de migrenin onu ele geçirdiği zamanlarda migrenin ekstrası demekti.
Çikolatalı pastanın üzerindeki çikolata parçacıkları gibiydi.
Ve evet çikolata da migren sebebiydi.
Halbuki onu ne çok severdi.
Şuan girdiği markette tam da çikolata reyonunun önünde dururken migrenine en kibar küfürlerinden birini sallayıp sepetine bir kaç çikolata attı.
Evin eksilerini sepetine doldurup ödemesini yaptı.
Özgürlüğüne çok az kalmıştı.
Şimdi sitedeydi ve şimdi de asansörde.
Tüm engelleri koşar adım bir bir aşan yarışmacımız kendinden emin adımlarla dairesine ulaşıyor ve nihayet kapının şifresini tuşlayıp hijyen kokan tertemiz evine ulaşıyor. .

" Hieeeeyttttt beeeee..
Bugün de engelli koşumu tamamlayıp yuvama kavuştum.
Başaracağını biliyordum adamım.
Evvvveeeettt...
İşte böyle. .
Harikasın KyungSoo. ."

Migrenine meydan okuyarak sağ salim evine ulaşan sıradan bir memurun migren ataklarına karşı zafer sevinciydi bu.
Haftanın beş günü  bu şekilde geçerdi. Haftasonları ise mecbur kalmadığı sürece evinden çıkmazdı.
Evi her türlü migren atağı tetikleyicilerinden arındırılmış temkinli, güvenli dolayısıyla huzurluydu.

MigraineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin