i'm sorry too

896 73 15
                                    







Tüm benliğim daha fazlası için yalvarırken, yavaşça geri çektim kendimi.
"Üzgünüm." diye fısıldadım.
Birkaç saniyeliğine cenneti tatmışken, gerçekten üzgün olup olmadığımdan emin değildim. Emin olduğum tek şey korktuğumdu. Yerden bir türlü kaldıramadığım bakışlarımı kaldırdığımda tutkuyla parıldayan gözler, benim için çarpan bir kalp bulamamaktan korkuyordum. Dudaklarını tekrar dudaklarımda hissedene kadar nefes aldığımdan, kalbimin artık çarptığından bile emin değildim. Sanki dudaklarında cenneti tatmış ve ölmüştüm. Sonra Dean uzun bir öpücükle yeniden hayat verdi bana. Geri çekilirken,
"Bende üzgünüm." dedi.
Bunun ne demek olduğunu ancak kendimi duvara yapışmış olarak bulduğumda anladım. Beni istiyordu. Hemen burada, şimdi.

Becerikli elleri hızla kıyafetlerimden kurtulduktan sonra, beni Francis'in atölyedeki eski, gıcırdayan yatağına yatırdı. Yavaşça üzerime çıkarken gözleriyle gözlerimi takip ediyordu. Dudaklarım hafif bir tebessümle kıvrılınca, ihtiyacı olan pırıltıyı yakalamış gibi boynumdan başlayarak bedenimin her bir santimini tatmaya başladı. Köprücük kemiğimi keşfe çıkan dudakları, sertleşmiş göğüs uçlarımı buldu, ardından karnımı ve kasıklarımı... Ben sıkıca çarşafı kavramış inlerken daha da aşağılara indi. Ağzıyla ve diliyle beni bir an için zevkten çılgına döndürse de, aşağıda çok fazla oyalanmadı. Bedenimin ve ruhumun her bir parçasını sırayla kutsuyordu adeta.

Önce orta parmağını soktu içime. Gözlerim kapalı olsa bile, yeşil gözlerinin beni izlediğini bildiğim için yüz ifademi yumuşak tutmaya çalıştım. Devam etme onayını almış gibi diğer iki parmağını da yavaşça soktu. Sonra da parmakların yerini kendisi aldı.
"Ne zaman durmamı istersen söyle." dedi.
Tüm benliğimle, çılgınca onu arzularken verebileceğim tek bir cevap vardı. "Hiçbir zaman."

Lost in Time (Destiel)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin