Yattığı yerden korkuyla ayağa fırladı Castiel. Kendini bulmayı beklediği sıcak yatağında, evinde değildi. Devasa ağaçların ve kasvetli bulutların kapladığı gökyüzünün nefesini kestiği bir yerdi burası. Korkunun aklını ve benliğini ele geçirmesine izin vermeden koşmaya başladı. Nereye gittiği, nerede olduğu önemli değildi. Tek istediği bu korkunç yerden kurtulup bir yerlerde nefes alabilmekti. Koşarken bir anda yoktan var olan ağaçlara çarpıyor, bir yerlere takılıp düşüyor, yeniden dengesini sağlamaya çalışıyordu. Dünya ayaklarının altından kayıp giderken koşmaya devam ediyordu. Minik bir su birikintisinden geçti. Gökyüzünü kaplayan kasvetli bulutlar parçalanıyor, eriyerek kana dönüşen ağaçlar üzerine sıçrıyordu. Sendeleyerek bir çukurun içine düşmeden önce, yanından hızla geçen bir okun karşısındaki ağacın gövdesine saplandığını gördü. Bilincini tamamen yitirmeden önce, hatırladığı son şey bu olmuştu.***
"Neredeyim ben?" diye sordum ağrıyan başımı yavaşça ovuştururken. Cevap vermesi için önce başımda duran yaşlı adama, sonra gözlerini gözlerime dikmiş sert bir ifadeyle beni seyreden yeşil gözlü adama baktım. Kimseden cevap gelmemişti. Sorumu yinelerken, yaşlı adam yeşil gözlü adama döndü.
"Büyük ihtimalle vücudu bir tür zehre maruz kalmış. Ama zehri attığını düşünüyorum." dedi.
"Bir domuz kadar sağlıklı görünüyor."Ayağa kalktı, başını hafifçe önüne eğdi.
"İzninizle, majesteleri."
Yattığım yerde donakalmıştım. Majesteleri diye tekrar ettim içimden. Görüşüm netleşmeye başlamıştı, etrafıma bakındım. Tüm bu yer, bu insanlar... Her şey çok farklıydı. Majesteleri, majesteleri, majesteleri... Tüm ciddiyetimi toparlamaya çalışarak,
"Burası neresi?" diye sordum.
Bu sefer soruma yanıt alabilmiştim.
"Camelottasın." dedi genç adam kuşkuyla.
"Ah evet." dedim alay ederek. "Sende Kral Arthur olmalısın. Hey, bu arada Merlin nerede?"Söylediklerimin beni daha beter bir ucubeye dönüştürdüğünü anlamam için aradan yalnızca birkaç saniye geçmesi gerekmişti. Şaka yapmıyordu. Bense Arthursuz bir Camelotta sıkışıp kalmıştım."Pekala." dedim beni yatırdıkları rahatsız yataktan doğrulurken.
"Şaka yapmıyorsun çünkü bu bir rüya. Ve şimdi üçe kadar saydığımda, her şey normale dönecek."
Derin bir nefes aldım.
"Bir, iki, üç."
Gözlerimi açtığımda hala efsanelerde bahsedilen, tamamen kurgusal bir evrendeki yirmi birinci yüzyıldan gelme ucubenin tekiydim. Tanrım, ben buraya nasıl gelmiştim? Açıklama bekleyen yeşil gözlere baktım.
"İsmim Castiel. Castiel Novak. Güzel sanatlar öğrencisiyim. İngiltere'de yaşıyorum. Gelecekten geliyorum...Belki de farklı bir evrenden? Kahretsin...Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, ama bundan yüzyıllar sonrasında, gelecekte bir yerlerde bir hayatım var. Buraya ait değilim. Anlamsız geliyor olmalı...Tanrım."
Akıl sağlığımın yerinde olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
"Ve hayır, deli değilim." dedim tek bir nefeste. Uyandığımdan beri ilk kez gülümsediğini gördüm. "Bende Dean. Kralın tek oğlu, Camelot'un tek varisiyim. Ama seninki kadar eğlenceli bir hayatım yok, inan bana bu gerçekten üzücü."
Hafifçe gülümsemekten alıkoyamadım kendimi. Tüm bu çılgınlığın içinde, hayatımda ilk kez gördüğüm bu adam bana güvende hissettiriyordu.Aniden odanın kapısı sonuna kadar açıldı, başında bronz tacı ve değerli taşlarla bezeli kıyafetleriyle içeri orta yaşlı, uzun boylu bir adam girdi. Kan kırmızısı pelerini ardından sürükleniyordu.
Tıpkı tablolarda gördüğüm gibi, dedim içimden. Güçlü elleriyle çenemi kavradı.
"Demek misafirimiz bu." dedi rahatsız edici bir tonda.
Bakışlarını Dean'e çevirmişti.
"Ormanda avlanmaya çıkmıştım. Bulduğumda baygındı. Saray hekimi zehirlenmiş olduğunu söyledi."
Ortamın havasından bir şeylerin doğru olmadığını anlamıştım. Gerginliği hissedebiliyordum. "Avlanmaya mı çıkmıştın?" dedi adam.
Camelot'un yaşayan tek varisine hesap sorabildiğine göre, bu kral olmalıydı.
"Yanına kimseyi almadan, bana haber vermeden?" Arada milyonlarca yıl sürdüğünü düşündüğüm bir sessizlik.
"Misafirinle ne yapacağına karar ver. Seninle özel konuşacağız."Kral hızla odadan çıktıktan sonra, bir süre sessizlik devam etti. Ben bu sırada başıma gelen bu delilikten nasıl sağ çıkacağımı hesaplamaya çalışıyordum. Sonunda sessizliği bozan Dean oldu.
"Eğer gidecek bir yerin yoksa, yardımcım olarak sarayda çalışmanı öneriyorum." dedi.
Kendi kendime birkaç saniye düşündüm. Dün gece sıradan bir insan olarak sıradan yatağıma yatmış, sabah kendimi korkunç bir ormanda, deliliğin ortasında bulmuştum. Daha sonra bir çukura düşüp bayılmış, gözlerimi sarayda açmıştım. Şimdi de Arthur olmayan bir prens, benden Merlini olmamı istiyordu. Belki de o kadar da kötü değildir, diye düşündüm. Belki de kabul etmeliydim.
"Sana anlattıklarıma inanmadın." dedim. Yüzü ciddi bir ifadeye bürünmüştü. "Sen delisin Castiel." dedi. "Sen delisin. Ve her bir parçam, sana inanmak için direttiği için bende delirmiş olmalıyım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost in Time (Destiel)
Fanfic"İsmim Castiel. Castiel Novak. Güzel sanatlar öğrencisiyim. İngiltere'de yaşıyorum. Gelecekten geliyorum...Belki de farklı bir evrenden? Kahretsin...Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, ama bundan yüzyıllar sonrasında, gelecekte bir yerlerde bir hayat...