kiss me like there's no tomorrow

946 85 24
                                    







Birlikte ava çıktığımız günden sonra bir daha Deanle konuşma fırsatım olmadı. Ertesi gün bana bir muhafızla haber göndermişti. Muhafızın söylediğine göre, majesteleri saray ressamının yanında çalışmamı uygun görmüşler. Yapacak daha iyi bir şeyim olmadığından -mesela eve dönmek gibi- kabul ettim. Gerçi bu bir tekliften çok emirdi. Pekala, emredileni yaptım öyleyse.

Saray ressamı beklediğimden çok daha yaşlı bir adamdı. Titreyen elleri yüzünden genellikle çizmek istediği resimleri bana çizdiriyordu. Yaşlı adamın söylediği tek bir kelimeyle zihnindekileri gerçeğe dönüştürebiliyordum. Kendimi övdüğümü düşünebilirsiniz ama bu konuda gerçekten doğuştan gelen bir yeteneğim vardı.

Bazen resim atölyesinin penceresinden şövalyelerle birlikte kılıç sallayan Dean'i izliyordum. Karşısına kim geçerse geçsin, kolaylıkla rakibini alt ediyor, sonrasında da yüzünde ukala bir gülümsemeyle bir şeyler söylüyordu. Belki de günün en zevkli kısmı onu izlemekti.

Günler böyle geçip giderken her geçen gün buradaki yeni hayatıma alışıyordum. Zaten 21. yüzyılda yaptığım da hemen hemen buradakinin aynısıydı. Güneş doğarken başlar, güneş batıp akşam oluncaya dek fırçamla zihnimdekilere hayat verirdim. Aradaki tek fark, o zamanlar zihnimi meşgul eden bir yeşilin olmayışıydı. Gözlerim bulutsuz gökyüzünde gezinirken, "Tanrım." Diye fısıldadım. Tekrar gözlerine bakabilmek için neler vermezdim...

"Hey, Cas."

Duyduğum sesle aniden sıçradım. Bu oydu. Deandi. Ne yapacağımı bilmiyordum.
"Hey." dedim sesimin titremesine aldırış etmeden. Sanki kalbim yerinden çıkacak gibi hissediyordum. "Yaptığın resimlerle yaşlı Francis'i kendine hayran bırakmışsın."
Evet mi demeliydim? Fazla mı abartılı olurdu? Belki de sadece gülümsemeliydim.
"Bana buraya gelip kendi gözlerimle görmemi söyledi."
Öksürüp garip sesler çıkardım. Heyecanlandığımda hep böyle olurdu. Tıkanıp kalır, konuşamazdım. "Neyin var senin?" dedi bana doğru yaklaşıp. "Sadece... Biraz heyecanlandım." dedim.
"Neden? Sadece konuşuyoruz."
Nefesi yüzümü gıdıklarken Neden? diye sordum kendime. Neden daha doğru düzgün tanımadığım biri beni böyle heyecanlandırıyordu? Bir erkek? Neden gözlerine bakmayı, eve dönmekten daha çok arzuluyordum?
"Belki de daha sonra gelmeliyim." dedi.
Arkasını dönmüş gidiyordu. Kolundan tutup kendime çevirdim. Günlerdir bu anı beklerken, gitmesine izin mi verecektim? Hayır, dedim kendi kendime. Gidemezsin. Dudaklarına uzanmak için parmak uçlarımda yükselmem gerekmişti. Yine de onu öpmek, bugüne kadar hissettiğim en iyi şeydi.

Lost in Time (Destiel)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin