Aşktan kaçan bir kadın... Aşktan yanarak vazgeçmiş bir adamın hikayesi...

3.6K 126 20
                                    

Gökkuşağı sanki arka bahçesine düşmüş ona görsel bir şölen sergiliyor, Serra da kollarını göğsünde birleştirmiş, verandasında dikilir hâlde ona sunulan bu mucizenin tadını çıkarıyordu.

Canlı ve neşeli bahçesine sonbaharın hüzün yağdırmasına sayılı günler kaldığını bildiğinden ve fırsatı varken, güneşi burada karşılamayı âdet hâline getirmeye başlamıştı.

Ne koşturması gereken bir işi, ne de yetişmesi gereken bir toplantısı vardı. Zamanı kovalamadan dilediği kadar her birini kendi elleriyle diktiği çiçeklerini seyretmesine artık bir engeli yoktu. Bu yüzden verandasında dikilip boş boş etrafa bakınmak için bahaneye ihtiyaç duymuyordu, sadece burada daha çok zaman geçirip emeklerinin karşılığını seyretmek ve yeni hayatının ona getirdiklerinin hayal olmadığını hatırlamaya çalışıyordu.

Derin bir nefes aldı. İçini dolduran kokudan vazgeçmek istemeyen Serra aldığı nefesi bir süre tuttuktan sonra bıraktı ve omuzlarındaki battaniyeden bozma şala sıkıca sarılıp yürümeye başladı. Gece yağan yağmurdan dolayı yerlerin ıslak olmasına aldırmadan bahçeye girdi. Sadece birkaç adım attıktan sonra etrafını sarmaya başlayan boy boy papatyalar ve rengârenk güllerin arasında ilerledi. Okşarcasına bedenine değen her bir çiçek fidesi, göğsünün gururla kabarmasını sağlıyordu.

İlk defa üç ay önce ayak bastığı yarım futbol sahası büyüklüğündeki bu alan o zamanlar sadece kurumuş bir toprak parçasıydı. Buna rağmen eskisiyle kıyaslanamayacak kadar güzel olan bu bahçeyi daha ilk gördüğü anda kendisiyle özdeşleştirmişti. Aradan geçen zaman ve değişikliklere rağmen hâlâ aynı fikirdeydi. Çünkü aynı kaderi paylaşmaya devam ediyorlardı. İkisi de değişmiş, ikisi de yaşamaya yeni başlamıştı.

Üç ay önce Şile sırtlarındaki bu eve iş için geldiğinde daha arabasından inmeden buranın onun evi olacağını hissettiğini ancak şimdi anlıyordu. Buradaki güç Serra'yı kendine doğru çekerken arabasından inmeye uzun süre cesaret edememişti. Kapıyı açıp nemli toprağa ayak bastığında ise kader ağlarını örmeye ve genç kadını içine çekmeye başlamıştı.

İşin ilginç yanı Serra, kaderine karşı gelmeye hiç çalışmamıştı. Hâlbuki o, savaşmadan teslim olanlardan değildi. Fakat iyi ki itiraz etmemiş ve iyi ki başına gelenleri olgunlukla karşılamıştı.

Aniden yürümeyi bırakıp avcunu karnına bastırdı. Daha önceleri asla tercih etmeyeceği ancak bugünlerde üzerinden çıkarmadığı, eskiden canlı bir maviliğe sahip olsa da şimdilerde solmuş eşofmanının altına parmaklarını geçirip elini teninde tam da karnının üzerinde gezdirdi.

Aşktan kaçmaya çalışmak yağmurun altında koşmak gibiydi. Aslında hızlandıkça daha çok ıslanırsın, ama sen bunu ancak sırılsıklam olduğunda fark edersin. Serra'nın ilk değişimi de bunu fark ettiğinde başlamıştı ve değişen döngüye ayak uydurmakta hiç zorlanmamış, nihayetinde de bambaşka biri olup çıkmıştı.

Yola girene "gitme" demek kolaydı, asıl zor ve ağır olan, her şeye rağmen gitme dediğinin gideceğini bilmekti. Serra, aşktan aldığı güçle zor olanı başarmış ve gideceğini bilse de ona kal demişti. Buna rağmen aralarına giren yalanlar ve geçmişte kalmayı başaramamış sırların ağırlığı altında ezilmiş; ancak kaderlerini değiştirmeyi başaramamışlardı.

İnsanın canını en çok ne acıtır sorusunun bir tek cevabı vardı; insan neyi çok severse canını da en çok o acıtırdı. Serra'nın da canı çok yanmış, çok ağlamıştı. Şimdi neden mi mutluydu? Çünkü artık yalnız değildi. Hepsinden önce içinde büyümeye başlayan minik oğlu vardı.

Kendi kendine gülümseyen genç kadın, bebeğinin erkek olacağına ve babasına benzeyeceğine emindi. İçinde hayat bulan ve yavaş yavaş şekillenen bebeğine dokunmak istercesine karnına avcunu bastırıp parmaklarıyla etrafını sardı ve arkasını dönüp evine bakarak gerçek bir mutlulukla gülümsedi. Serra, yıllar sonra gerçekten gülmeyi başarmış, eski somurtkan ve can sıkıcı kadını geçmişe gömerek özlemini çektiği kendi mutlu sonunu yaşamaya başlamıştı.

Sabah çisesi, başının üzerinde toplayıp tek bir şelale gibi omuzlarından aşağıya akmasına izin verdiği saçlarını ıslatmış, soğuk iliklerine işlemişti. Geri dönmesi gerektiğini bilse de bahçenin orta yerine yerleştirdiği çardağa doğru ilerlemeye devam etti.

Yürümekten ziyade süzülür gibi geçtiği çiçeklerinin arasında istediği yere ulaştı. Hissettiği oturma ihtiyacıyla çardaktaki koltuğa yöneldiğinde içindeki erinç bir anda kayboldu. Burnuna değen karanfil kokusu yerini çok daha keskin ve pek de hoş olmayan başka bir kokuya bıraktı. Yalnız olmadığını anladığı o kısacık an arkasını dönmeye fırsat bulamadan ensesinde dünyasını karartan bir acı hissetti. Gözleri kararmaya dizlerinin dermanı kesilmeye başlamadan önce bebeğini garanti altına almak için bir yerlere tutunmaya çalıştı ama ellerine değen birkaç fideden başka bir şey olmadı.

Güneşin parlak ışığı karanlığa dönüşmeden önce Serra son bir gayretle kollarını karnının üzerine sarıp içgüdüsel olarak bebeğinin zarar görmesini engellemek istedi ve elinde kalan son gücüyle evdekilere seslenmeye çalıştı. Ancak ağır bir külçe gibi yana doğru düşerken bunu ne kadar başarıp başaramadığını bilmiyordu. Çünkü tam o anda dünya ile tüm bağlantısı kesilmiş, dipsiz bir karanlığın içinde kaybolurken aklından geçen tek şey oğluydu.

3 Ay Önce

Aşkın Kokusunu Aldım (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin