GÖLGE ADAM KİMDİR?...
Başlamıştı gece gece gezmeler yine. Çakallar sarmıştı etrafı olduğu gibi gecenin sessizliğinde. İhbarlar olabildiğine doğruydu. Zorda olsa karanlıkta görülebilmesi yürekleri ağıza getiriyordu. Belki yüz yüze gelmemek için önemsenmeyen iki kişi gönderilmişti. Bu iki kişi ürperten ormanın sakinliğinde çıtırtıya sebep olan iki narin ayağın çıkardığı sesi duydu. Hedefe yaklaştıkça ikisinin de kalpleri deli gibi kendini göğüs kafesinin duvarına çarpıyordu. Nihayet söylentilerde anlatılan derme çatma duvarları dökülmüş kapısı bile idareten tutturmuş etrafı kasvetindenmidir bilinmez. Buz tutmuş loş bir ışığın aydınlattığı evin önüne geldiler. İki genç göz ucuyla birbirlerine baktılar ama biliyorlardı ki birisinin kapıyı çalması gerekliydi. Kısa bir bekleyişten sonra en genç olan titreyen elini tıklamak için kapıya doğru kaldırdı fakat tam o anda sert bir ses duyuldu "Siz kimsiniz?" Eli titreyen genç korkunun sebep olduğu kekemelikle "E ee e efendin biz ja jandarma da dan gel li liyoruz lütfen açın ın kapı pıyı" Kapı olabildiğine hızlı ve tok bir sesle açıldı. Karşılaştıkları görüntü karşısında bütün vücudu zangır zangır titreyen iki jandarma eri soğuk terler dökmeye başladı. Karşılarındaki adam öyle esmer felan değildi. Hatta siyahi bile değildi. Tamamen simsiyah hatta kapkaraydı sararmış ve çatlamış damarlı gözlerinin haricinde vücudunun her zerresi tam bir siyahtı karşılarında duran bu adamın. Köylülerin bütün anlattıkları doğruydu. Jandarma erlerinden bir tanesi güçlükle sorabildi "Efendim Gölge adam siz misiniz?" Kapıda bütün heybetiyle duran bu adam cevap verdi "Evet anlatılan o gölge adam benim ve biliyorum ki beni götürmeye geldiniz ama daha iyi bildiğim bir şey var ki merak içindesiniz " Biraz önceye nazaran biraz daha az korkan jandarma erleri kurulan bu cümlenin karşısında söyleyecek bir söz bulamadılar çünkü doğruydu. Gölge adam bir kez daha konuşmaya başladı "Hadi geçin içeride anlatayım size" Bir an duraksayan iki jandarma eri gölge adamın koridordan içeriye gittiğini görünce arkasından onu takip ettiler ve tam karşına gıcırdayan eski sedirin üstüne oturdular.
GEÇMİŞ
22 Nisan sabahıydı fakat başka hiçbir 22 nisan gününe benzemiyordu. Ertesi gün savaştan daha yeni çıkmış bir ülkenin meclisi açılacaktı. Tıpkı baharda açan bir çiçek gibi yeşeriyordu küllerinden yeni doğan bir ülke. Evet on yaşındayım fakat hayrandım ona ve silah arkadaşlarına. Sırf ertesi güne hazırlık olsun diye sabahtan konu komşu kim varsa herkezin bahçesinden limon topladım. Koca bir kasa limonum oldu. Ağzına tülbent gerdiğim bir tencerenin içerisine o zayıf ve çelimsiz kollarımla kocaman bir kasa limonu zar zor sıktım. Limonlar bittiğinde hava kararmış akşam olmuş ve kollarım ağrıdan sızlamıştı artık. Savaşta babamı şehit veren yüreği yanık anam tombul yanaklarından iki damla yaş süzülerek bana seslendi "Hadi benim aslan oğlum çok yoruldun yat sen emi" Annemin dediği doğruydu çok yorulmuştum ama o tencerenin içinde biriken limonatayı testiye doldurduktan sonra soğusun diye yakındaki dereye iple salmam gerekliydi. Anam yanıma gelip saçlarımı okşarken "Aslan oğul sen yat emi ben yaparım senide sabah erkenden kaldırırım"
Öğle namazı vaktiydi. Hayırlara vesile olsun diye Cuma gününe almıştı Atam meclisin açılışını. O mübarek Cuma namazını kılan Atam, bir tarafında silah arkadaşları bir tarafında cami imamı ve en önünde de halk ile Meclise doğru yürümeye başladı. Beni iyiden iyiye bir heyecan sarmıştı eğer meclise varırlarsa o yoğunluğun içinde veremezdim atama buz gibi bir testi limonatayı. Bende bütün gücümü toplayıp kalabalığın arasından hızlı adımlarla geçerek Atama ulaşmak için harekete geçtim. Aralarından çarpa çarpa geçtiğim insanlar hem şaşkın hem de sevecen gözlerle bana bakıyorlardı. Atama yaklaştıkça sevinçten ayaklarım yere değmiyordu neredeyse. Artık tam önüne gelmiştim ki yorulduğumdan mıdır bilinmez tökezleyiverdim birden ve dengemi kaybedip Atamın önüne kapaklandım. Utanç verici bir durumdu benim için bütün gün uğraşıp sıktığım bir testi limonata testinin parçalanmasıyla beraber toprağa karışıp gitmişti. Ne kanayan dizim nede ağrıyan kollarım umurumda bile değildi ve ben hüngür hüngür ağlıyordum Atama o limonatadan ikram edemediğim için. Atam dizlerinin üzerine eğildi o narin sesi ile saçımı okşayarak "Çocuğum bu limonatayı banamı getirdin" Ben göz yaşları içinde hıçkıra hıçkıra "Evet efendim" diyebildim. Atam bana o kadar yürekten sarılmıştı ki işte orda hissetmiştim o zaman bir baba sıcaklığını. Diğer yandan elimi tutup elimin üzerindeki toprağı cübbesinin ucuyla temizleyen imam efendi sıcak bir tebessümle "Bu ülkenin ömrü kadar ömrün olsun güzel evladım " dedi. Bu sözün üzerine Atam gözlerimin içine bakarak "Bu aydınlık ülkenin aydınlık geleceği kadar yüzünde aydınlık olsun evladım" dedi.
ŞİMDİ
Gölge adam derin bir iç çekip karşısında oturan iki genç jandarma erine bakıp sözlerine devam etti.
Ne bilirdim o sıcak yüreklerden gelen güzel duaların gerçek olacağını. İmam efendininde dediği gibi ben o günden beri yaşıyorum ve saymadım artık kaç yaşındayım. Biliyorum merak içindesiniz ona da açıklık getireyim. Evet Atamın da duasıyla uzun zaman aydınlık ülkemde bende beyaz tenli ve aydınlıktım. Ta ki ülkede yolsuzluklar, hırsızlıklar, yersiz ölümler, artan terör, zenginleştikçe zenginleşen haramzadeler, ay sonunu getiremeyenler bi çare insanlar ve daha bunun gibi bir sürü haksızlıklar başlayana kadar. Ülkem günden güne karardıkça bende karardım. Önceleri vücudumdaki değişime bir anlam veremedim fakat sonraları ömrüm gibi aydınlığımda ülkeme bağlı olduğunu anladım ve karardıkça kararan ülkemde bende bir gölge adama dönüştüm. Şimdilerde ise geceleri sessiz sessiz camlardan, kapı aralarından iktidarı ve halkı gözetliyorum gördüklerimi ise okunmayan bir gazetede yazıyorum.
Duydukları karşısında çok şaşıran bir o kadarda duygulanan iki jandarma eri Gölge adamı bulamadıklarını rapor etmek için ayağa kalktılar ve bu güzel hikaye için defalarca gölge adama teşekkür edip oradan uzaklaştılar.