Hikaye 80’li yılların başlarında geçiyor..
Ortaokul 1. sınıfta kalan ve bütünlemelerini veremeyen çocuk, tekrardan orta 1. sınıfa gidiyormuş 1-İ sınıfında yeni arkadaşları ile ders başı yapmış..
1-2 hafta derken karşı sınıflarında okuyan bir kızı görmüş.. Görmüş ama neden kendi sınıfında ve okulda birçok yaşıtı var iken o kızın dikkatini çektiğini anlayamamış.. Günler geçtikçe ekmeye suya ihtiyaç duyduğu gibi ona bakmaya da ihtiyacı olduğunu fark etmiş.. Ona bakınca sanki içinde kelebekler uçuşuyordu ama anlam veremiyordu.. Sonuçta sene 83-84 çocuk daha 13-14 ünde, ne bilsin nelerin olacağını..?
Derken aradan 1-2 hafta daha geçmiş.. Çocuk artık gece uyurken ve sabah kalkarken o kızı düşünmeye başlamış.. Okula giderken çocuğu tatlı bir heyecan sarıyormuş.. Onu görebilecekti çünkü.. Çocuk okulda türlü türlü bahanelerle onun sınıfına giriyor, onu görme ihtiyacını gideriyor muş.. Onun sınıfında arkadaş edinmeye çalışıyor, böylece onu görebilme bahanesi ve vakti yaratıyormuş..
Ama günler haftalar geçtikçe artık arkadaşlarından ve oynadığı oyunlardan tat almamaya başlamış.. Hep onun görüntüsü ve hayali gözlerinde ve beyninde canlanıyormuş.. İlk defa tattığı bu duyguların aşk olduğunu o yaştaki cahil aklı ile bile anlamış..
Artık onu görmek yetmiyordu çocuğa, bir gün okul çıkışında, hikayenin kahramanı olan Arzu’ yu takip etmiş.. Yedikule Lisesinin arkasında olan bostanların yolundan kız ilerlerken evine doğru 200-300 metre sonra kız oturduğu apartmana girmiş.. Acaba hangi daire idi..? çocuk bunu hiç bir zaman öğrenemedi.. Neyse hikayemize dönelim..
Çocuk her gün Arzu’ya bakıyor okulda ve okul çıkışında evine dönüşlerde takibi rutin halini alıyordu.. Günler geçtikçe Arzu çocuğa da sanki yakınlık göstermişti.. Çocuk utangaç haliyle ona koridorlarda yaklaşmaya konuşmaya çalışıyor, sanki Arzu da hadi be çocuk topla artık cesaretini der gibiydi.. Arada sırada Arzu da biz sınıftan geç çıkınca kapıdan kafasını uzatıyor bakıyordu, koridorda bahçede gördüğümde bana bakıyor hadi be çocuk topla şu cesareti diyordu gözleri adeta..
Okul çıkışlarında rutin bostan yolundaki takibim sırasında her yer kardı, kış ayı idi.. Cesaretimi toplayıp ona kar topu attım.. Oda bana attı evet evet karşılık vermişti.. Yedikule Lisesinin arkasındaki o bostan yolunda, yolun sonundaki evine kadar kar topu oynayarak gülerek çığlık atarak ama tek kelime konuşmayarak gittik…
Çocuk nereden bilirdi o kar topu oynadığı 10 dakikanın hayatının en güzel ve unutulmaz günü olacağını..?
Çocuk sırılsıklam adete köpekler gibi aşık olmuştu ona.. Ama nasıl karşısına çıkıp seni seviyorum, sana aşığım diyebilirdi..? Çünkü yanına yaklaştığında bile çocuğun kalbi makineli tüfek gibi atıyor elleri titriyordu.. Birkaç defa karşısına çıkıp seni seviyorum, sana aşığım demeye cesaretini topladı ise de ya Azu’yu göremedi yada yanında birileri vardı..
Hikayenin başlangıcında demiştik ya.. Çocuğun 2. senesi idi ve bu sene de kalırsa okula devam edemeyecekti..
Korkulan oldu.. Çocuk 1-İ sınıfında 2. defa kaldı ve eğitim hayatı bitti.. Tatil başlamıştı.. Koca 3 ay onu nasıl görecekti..? Ya sonra ne olacaktı..? Aşk sonrayı düşünmüyordu boş ver dedi sonrayı.. 3 ay onu görebilmek için hemen hemen her gün bostanların yolundaki evlerine gitti.. Birkaç defa saat denk geldiğinden gördü.. Olsun oda yetmişti..
Okullar açılacaktı, çocuk bir işe girmişti… Arzu da okula gidecekti, nede olsa artık orta 2 talebesi olmuştu.. Okulların açılacağı Pazartesi günü işe gitmedi… Onu görmeliydi, ona açtı, ona susuzdu, ona bir iki adım yaklaşıp gözlerine bakma ihtiyacı vardı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇOK ÖZLEDİM BE.
Roman d'amourGit diyorsunda olmuyor işte "git"demekle,her şeye rağmen gidemiyor insan... Bende sana "sev"diyorum mesela, Sevebiliyor musun? -CEMAL SÜREYYA-