Kyungsoo yer ile göğü büyük ışınlarla birleştiren yıldırımların, gökkuşağını gölgeleyen kara bulutların eşlik ettiği şiddetli bir yağmurda ıslanarak hastaneye döndü. Hastane girişi karanlık ve sessizdi. Buranın ışıkları hiç sönmezdi. Ama ne olduğu hiç umrunda değildi. Kyungsoo karanlıkta ilerleyerek 4.kattaki odasına gitmeye çalıştı. Arada bir gök gürültülerinin büyük hastane camlarından giren aydınlık ve anlık ışığıyla yolunu görebiliyordu. Merdivenlere ulaşmasına birkaç adım kala Kyungsoo düştü. Sesli bir şekilde küfrederek düştüğü yerden kalkmaya çalışırken önünde birinin durduğunu fark etti. Karanlıkta bile renginden ödün vermeyen beyaz bir havlunun ona doğru uzatıldığını gördü. Kyungsoo ayağa kalkamayacağını anlayınca yere bağdaş kurarak oturdu. Kafasını havludan çevirip yere eğdi. Havluyu uzatan kişi de yere oturdu. Önce yavaşça Kyungsoo'nun kısa saçlarını kurulamaya başladı. Kyungsoo havlunun çıkardığı sesin yağmur damlalarıyla ritmik gidişini dinliyordu. Beyaz havlu saçlarından boynuna geçti. Kyungsoo, havlunun tenine temas ettiği her yeri kesip atmak istiyordu. Çünkü kurumak istemiyordu. Havlu boynunda işkence derecesinde yavaş bir şekilde ilerliyordu. Sonra havlunun sahibi Kyungsoo'nun tişörtünü çıkarıp bir yerlere fırlattı. Kyungsoo ıslak tişörtünün zemine düştüğünde çıkardığı sese burnunu kırıştırdı. Havlu şimdi sırtını kuruluyordu. Kyungsoo, sürekli düşmesinden dolayı oluşan morluklara soğuk bez parçası değdikçe irkiliyordu. Buna rağmen başını hala kaldırmıyordu. Havlunun sahibi de Kyungsoo irkildikçe kasılıyordu. Kyungsoo buna karşılık ancak acı acı gülümsüyordu.
Havlu suratını kurulamaya geldiğinde Kyungsoo başını kaldırdı. Karanlıkta bile karşısındakinin gözlerini bulup onların içine bakabiliyordu. Havlu alnından yanaklarına geldiğinde gürültülü bir yıldırımın mavi loş ışığı içeriyi aydınlattı.Karanlıkta karşı karşıya oturmuş iki silüetten ibaretlerdi. Işık ancak suratlarını ve kanlanmış beyaz havluyu aydınlatabiliyordu. Biraz sonra ışık gidecekti. Yeniden karanlık olduğunda ne Kyungsoo kendini çıplak ve çaresiz hissedecekti ne de karşısındaki acıdan bir çare olacaktı. Karanlık olduğunda Kyungsoo gözlerini eski yerinden ayırmadı."Suho, eskiden de şemsiye kullanmaz mıydım?""Onu bilmiyorum ama eskiden de ıslanmaktan kaçınmazdın. Şimdiki gibi.""Alnım çok kanamış mı?""Biraz. Ben gelmeseydim muhtemelen bayılmıştın.""Öyle mi? Desene yine 4 ayağımın üstüne düştüm.""Hayır. Kalkmak için çabaladığını gördüm. Sen direndin. Şans değildi.""Sen de sabahtan beri burada bekliyordun. Sen buradaydın. Şans değildi.""Her şey karşılıklı. Sen hep ne dersin: 'Yağmur yoksa gökkuşağı da yok.' ""Öyle mi? Desene yine saçmalamışım."Suho, Kyungsoo'nun alnındaki yarayı sessizce kapadı. Sonra sırtına başka bir kuru havluyu örttü. Ona destek olarak odasına kadar çıkardı. Aklında bir sürü düşünce vardı. Kyungsoo'nun sorduğu ve soracağı her sorunun cevabını biliyordu. Sadece basit ve öz bir soru hariç. Bir soru.'Yaşayabilecek miyim?'Kyungsoo üzerine yeni bir tişört ararken, dolabının içinde bir şey buldu. Suho da garip bir şey olduğunu anlayıp Kyungsoo'ya yaklaştı."Bu kimin?"Suho gerçekten Kyungsoo'nun sorduğu her sorunun cevabını biliyordu. Ama cevaplarını ona söyleyip söylememesi gerektiğini bilmiyordu."Senin.""Bu benim olamaz ki. Ben keman çalmayı bilmiyorum."Suho gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Söyleyecek hiçbir şey bulamıyordu. Odanın karanlık olmasına şükrediyordu. Eğer Kyungsoo, suratına yansımış olan çaresizliği görseydi ne yapardı kim bilir. Ona bu saatten sonra ne diyebilirdi ki? Yıllarca keman virtüözü olmak için sınavdan sınava koşup çalıştığını, batı müziğinde bilmediği ya da çalamadığı tek bir parça bile olmadığını, kuş seslerinin bile notalarını çıkarabileceğini, küçük yaşında yeteneğinden dolayı dahi ilan edildiğini; onun resmen bir uzantısı olmuş bu enstrümanı çalamadığını iddia eden birine söylemesi yanlış olurdu."Haklısın. Ben hemşirelere sorarım. Eskiden kalmıştır belki de. Neyse ben gideyim. Elektrikler ne zaman gelirmiş onu bir öğreneyim. İyi geceler Kyungsoo."Suho odadan çıkınca Kyungsoo fişe okuma ışığını takıp biraz olsun odayı aydınlatmaya çalıştı. Jenaratörden gelen enerji sadece fişlere veriliyordu. Çünkü, hastalara takılı garip cihazlar durursa büyük problemler yaşanırdı. Kyungsoo dolaptan keman kutusunu yeniden çıkardı. Kutuyu açtığında içinde bir dosya olduğunu gördü. İçinde sayfalarca nota kağıdı vardı. Kyungsoo sayfaları değiştirdikçe, melodiler kulaklarında canlanıyordu. En sonunda dayanamayıp dosyanın kapağını hızlıca kapattı. İçinden ikiye katlanmış bir kağıt düştü. Kyungsoo kağıdı açıp okumaya başladı.'Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir. - Haruki Murakami (1Q84)
Bu kitabı bana o gün vermeseydin, bugün sana yazacak hiçbir şeyim olmayacaktı. İtalya çok güzeldir herhalde. Umarım istediğin belgeyi de almışsındır. Kesinlikle almışsındır. Sana aldığım el kremini sürüyorsun değil mi? Sevmediğini biliyorum kremleri falan, o yüzden şeker kokulu olanından aldım. Çok çalıştın mecburen biliyorum ama ellerin gerçekten nasır tuttu. Yan evden keman sesinin gelmemesi bana garip geliyor şu anda. Sensiz burada kimsenin neşesi yok, her an patlayacak bir bomba gibi hepsi biliyor musun? Gerçekten yokluğunda anladım her şeyi. Nasıl bizi bir arada tuttuğunu, nasıl her şeyi benim yerime yaptığını, nasıl herkesle ilgilendiğini... Her sabah uyandığımda, benden önce kalkıp bütün işini bitirmiş, yan evin bahçesinde oturup kitap okuyan birini görememek beni ne kadar üzebilirdi ki? Sandığımdan çok üzüyormuş. Gece saat kaç olursa olsun hep kısık ışığı açık bir pencere görememek beni ne kadar endişelendirebilirdi ki? Emin ol ışığı göremeyince her zaman panikliyorum. Sana bir şey oldu sanıyorum. Sonra gittiğin aklıma geliyor. Kendimi çok boşlukta hissediyorum. Yapacak hiçbir şeyim yokmuş gibi geliyor. Çocukluğumdan beri ilk defa canım sıkılıyor. Çünkü ilk kez sen yoksun. Abur cubur yediğim için kimse kızmıyor. Ama sinirlenme, yemiyorum. Sadece bir kez yedim. Sonra kimse kızmadı, ben de sıkılıp yarısını çöpe attım. 1 haftadır orada burada geziyorum. Kimse eve geç geldiğim için beni sorguya tutmuyor. 2 gündür banyo yapmadım. Kimse beni zorla duşa sokmuyor. Komik olan şey ise sadece 3 haftalığına gittin. Ya temelli gitmiş olsaydın? Herhalde o zaman intihar ederdim. Şaka yapıyorum. Bir yere gitmeyeceksin zaten. Gidemezsin. Buraya ait olduğun, burada olmadığın her an, her saniye ve her boşlukta belli oluyor. Mektupların nasıl bitmesi gerektiğini bilmiyorum. Burada olsaydın bana öğretirdin. Yine bir işi tek başıma beceremedim. Gerçekten bir insanın yürekten sevdiği birisi varsa, hayatı kurtulmuş demekmiş. Neyse, seni özledim.'Kyungsoo bu mektubun, kemanın sahibine geldiğini biliyordu fakat yazan bazı şeyler ona o kadar tanıdık geliyordu ki başını ağrıtmıştı. Başta yazan kitabın adına bir kez daha baktı. Sonra hemen kendi baş ucundaki kitaplara baktı. Üst üste dizilmiş kitaplardan 4.sü, 1Q84. Orta rafta duran ilaç kutuları, morluklar ve yaralar için kremler, çeşitli kişisel eşyalarının olduğu yere baktı. Sadece bir tane el kremi vardı. Neredeyse her on dakikada bir yıkamaktan yara olmuş elleri için sürüyordu. Kyungsoo ellerini burnuna götürdü. Kokladıkça taze şeker kokusu, ona bir şeyler hatırlatmaya çalışıyordu. Ama bir anda hepsi geri gitti. Kyungsoo mektupta yazan şeylerin bir tesadüf olduğunu düşünüyordu. En sevdiği kitaplardan birinin best seller listesine girmesi biraz zordu. Çünkü hep eşsiz kitaplar okurdu. Çoğu insanın ilgisini çekmeyecek şeylerden bahseden kitapları vardı. Aslında bütün insanların öğrenmesi gereken şeylerden bahsederlerdi. Fakat uydurulmuş fantastik hikayeleri, gerçek olamayacak kadar maceralı ve kusursuz aşkları, yapmacık yaşam öykülerini, gerçek yaşama ve yaşanmış tecrübelere tercih eden çok fazla kişi vardı. Yine de Kyungsoo, bir ihtimal okuduğu kitabın best seller listesine girdiğini düşünmeye çalıştı. El kremi de tesadüf olabilirdi. Zaten daha çok kızların süreceği türden bir şeydi. Popüler olması çok ihtimaldi. Kyungsoo kağıdı yerine koymak için ikiye katlarken aşağıda bir isim gördü.'Jongin 'Jongin?Kyungsoo bu isme uzun uzun baktı. Neden bu kadar tanıdık geldiğini düşünüyordu. Sanki bu ismi defalarca söylemiş, defalarca düşüncelerine konu etmiş gibiydi. Hatta arada bir aklına gelen anılarda bu ismi duyduğunu düşünmeye başlamıştı. Suho'ya sormak istiyordu fakat Suho'nun ona her zaman doğru cevaplar vermediğini biliyordu. Yine de içinden bu sefer belki doğru cevabı verir diye geçirmekten kendini alamıyordu.Kyungsoo kemanı yerine koydu. Belki de onlarca kere okuduğu baş ucu kitaplarından birini çekip aldı. Kitapta yazan her bir sayfayı kelimesi kelimesine ezberlemişti. Okurken bir yandan da halâ mektubu düşünüyordu. Orada yazan şeyler kendisine sürekli belirli anıları hatırlatıyordu. Kyungsoo, orada yazan şeylerin kendisine ait olmamasını diledi. Eğer ki ona yazıldıysa, yazan kişiyi şu an ne kadar üzmüş olabileceğinden çok korkuyordu. Çünkü Kyungsoo temelli gidecekti. Kimsenin de onunla birlikte ölmesini istemiyordu. Biraz daha düşündükten sonra ona yazılmış olmasının imkansız olduğunu fark etti. Onu gerçekten bu kadar seven, onsuz yaşamayı reddeden biri yoktu. Zaten kaç kişi onu tanıyordu ki? Kyungsoo yalnız birisiydi. Kemanın sahibinin çok şanslı olduğunu düşünüyordu. Onu çok seven biri vardı. Hayatı bir amaç üzerinde ilerliyordu. Günlerini huzurlu ve mutlu geçiriyordu. Kyungsoo'ya göre mutlaka böyle olmalıydı. Yine de bu kişinin yerinde olmak istemezdi. Çünkü eğer olsaydı, zamanı geldiğinde, sevdiği her şeyi yüz üstü bırakmak zorunda kalırdı. Daha önce kendisinin defalarca, şu an hatılarayamadığı nedenler yüzünden yüz üstü bırakıldığını hatırlıyordu ve gerçekten acısı sanki ilk günkü gücünü koruyordu. Bu yüzden hiçbir insanı hayal kırıklığına uğratmamayı diledi. Belki Suho hariç. Onun istediği şeyi tek başına yerine getiremezdi. Yanında bir tanrı olmadan elinden hiçbir şey gelmezdi. Kyungsoo kendini bu yüzden zaten affetmiyordu. Kitabının neredeyse ilk 3 bölümünü bitirmişti. Kitap aralığını kaldığı sayfaya koymak için çekmecesinden çıkardı.' 留 蓝
Liú lán 'Mavi kitap aralığının üzerinde siyah kalemle, özenle ve profesyonelce yazılmış iki heceydi bunlar. Kyungsoo bunları nasıl okuyabildiğine bir türlü anlam verememişti. Çince bilmiyordu. En azından bilmiyor olmalıydı. Fakat beyni ondan habersiz çalışıyordu. Kendi kendine mırıldandı."Mavi kal." *Kyungsoo, bu kelime çiftinden binlerce anlam çıkarttı. Gözleri pencereden dışarıya odaklanmıştı. Dışarıya bakıyordu fakat gözlerinin içinde hiçbir anlam yoktu. Yavaş yavaş unuttuğu şeylerin gözlerinin önünden geçmesini izliyordu. Eskiden en sevdiği rengin mavi olduğunu, en sevdiği insanı ve bu insanın da mavi gibi eşsiz ve uçsuz bucaksız olduğunu, sonra bu insanın nasıl gözlerinin önünde öldüğünü hatırladı.Kyungsoo büyük bir yıkıma uğradı. Bütün kemikleri kırılmış ve ona batıyormuş gibi hissediyordu. Elleriyle başını tutuyordu. Beyni uyuşmuştu ve çok acıyordu. Nefesi kesildi. Zaten beyaz olan teni, vücudundaki bütün kanın çekilmesiyle daha da beyazlaştı. Daha fazla dik duramayıp yatağına yığıldı. Kyungsoo belki de zamanının geldiğini düşünüyordu. Sağ tarafındaki kırmızı düğmeye ulaşmak isteyip istemediğine karar veremiyordu. Ondan yaklaşık 5-10 santimetre uzak olan bu kırmızı renkli düğme onun hayatını kurtarabilirdi. Peki ya kurtulduğunda ne olacaktı? Belki bu sefer sağır ya da kör olurdu. Belki de hiçbir şey olmadan eski haline dönerdi. Diyelim ki bir şey olmadı, yaşamak için bir sebebi var mıydı? Kyungsoo havada gezinen milyarlarca oksijen molekülünün nasıl olur da bir tanesinin bile ona ulaşamadığını merak ediyordu. Belki de artık onlar bile, Kyungsoo'yu yaşamaya layık görmüyorlardı. Kyungsoo'nun sol gözünden bir damla yaş süzüldü. Boğazı parçalanırmışçasına son bir kez daha nefes almaya çalıştı. Yapamayacağını anlayınca gözlerini kapadı. Son gücüyle suratına bir tebessüm kondurdu. Çünkü vasiyetler gerçekleştirilmeleri için bırakılırdı ve Kyungsoo hiçbir zaman ona verilen görevi yerine getirmemezlik yapmazdı. O yüzden Kyungsoo, ölümün kıyısında bile mavi kalmayı seçti.