O yüzden Kyungsoo, ölümün kıyısında bile mavi kalmayı seçti.
Kyungsoo gözlerini açtığında başında Suho bekliyordu. Bu klasik bir sahneydi artık. Kendisini bu sefer iyi hissediyordu. Kırmızı düğmeye neden bastığını bilmiyordu. Sanki yapması gereken son bir şey varmış gibi hissetmişti. O yüzden son anda düğmeye basıp Suho'yu çağırmıştı. Doğrulmaya çalışırken Suho onu fark etti. Kyungsoo'yu hemen geri yatağa itti."Sana her baktığımda son kezmiş gibi hissetmek istemiyorum. O yüzden biraz rahat dur olur mu Kyungsoo?"Suho yatağın yanındaki sandalyeden hızlıca kalkıp Kyungsoo'nun dolabına doğru yürüdü. Dolabın kapağını açtı."Artık bu odaya seni iyileştirmek için girmek istemiyorum."Dolabın içindeki şeyleri birer birer yere atmaya başladı. Kyungsoo'nun gözlerinin içine bakıyordu. Kyungsoo'daki soğukkanlılık onu iyice sinirlendiriyordu."Artık sana yalan söylemek istemiyorum!"Kyungsoo, neredeyse ilk defa Suho'nun ona sesini yükselttiğini duyuyordu. Suho çok sinirliydi. Yine de Kyungsoo kendince çok sakindi. Ona bağırması ya da dolabını aşağıya indirmesi Kyungsoo'yu hiç etkilemiyordu. Sadece neden bu kadar sinirlendiğini anlamaya çalışıyordu. Her bir hareketini ölçüyor, bir manaya bağlamaya çalışıyordu. Suho dolaptan bir kutu çıkardı. Aradığı şeyi bulmuşa benziyordu. Kutunun kapağını açıp içindekileri yere boşalttı. Kutudan düşen fotoğraflar, defterler, eşyalar, kısacası hatıralar yere değdikçe Kyungsoo gözlerini kapıyordu. Suho yerden bir fotoğrafı alıp Kyungsoo'ya doğru gösterdi."Bak! Bu insanlar kim? Ben hepsini tanıyorum. Ama ben bu resimde var mıyım? Hayır. Sen bu insanları tanımıyorsun. Ama sen bu resimde varsın? Ben hayatımda hiç görmediğim insanları senin günlüklerinden tanıyıp senden onları gizlemekten bıktım!"Kyungsoo artık sakinliğini koruyamaz hale gelmişti. Gözlerinden akan yaşları gizlemek istiyordu ama yapamıyordu. Suho yerden siyah bir defteri alıp Kyungsoo'nun yanına geldi."Bu defteri başından sonuna kadar, kelime kelime ezbere biliyorum. Bu defterin içinde senin anıların yok. Bu defterin içinde ne var biliyor musun? Acı, ihanet, ölüm, keder, karşılığı olmadan yaptığın büyük fedakarlıklar, özlem, senin sevginin değerinden bir haber olan insanlar ve aptal hem de çok aptal bir Kyungsoo. Bir de ne var biliyor musun?"Kyungsoo devamını duymak istemiyordu. Suho yine de çok kararlıydı. Kyungsoo neden bunu ona yaptığını anlamıyordu. Sadece bir nöbet geçirmişti. Elinden gelse, nöbet geçirmezdi. Suho'nun buna bu kadar kızmış olması saçmaydı. Kızdığı asıl şeyin ne olduğunu anlayamamıştı."Hayatımda gördüğüm en mükemmel ve en güçlü insan var ve ben bu insanı her gün böyle güçsüz görmekten artık çok yıprandım."Kyungsoo aniden doğrularak ağlamaya başlayan Suho'ya sarıldı. Böyle olmasını hiç istemezdi. Ama gerçekten elinden hiçbir şey gelmiyordu. Suho'yu böyle görmek onu hem korkutuyor hem de kendinden iyice nefret etmesini sağlıyordu."Bugün damarların ne renk Kyungsoo?"Kyungsoo Suho'ya daha sıkı sarıldı. Suho'nun sesindeki çaresizlik ve tükenmişlik onu gerçekten çok üzüyordu. Her şeyin düzelmesini istiyordu. O yüzden, bir kerelik kolay yolu seçti."Mor.""Keşke söyleyecek daha güzel bir yalanın olsaydı. Ben gidip biraz hava alacağım. Yerinden kımıldama."Suho odadan çıkınca Kyungsoo başını yastığına gömdü. Fotoğraftaki insanları düşündü. Hangi biri onun için böyle bir şeyi yapardı? Muhtemelen hiçbiri. Suho'nun kendisini böylesine sevmesini engellemek isterdi. Ama Suho, onun kalbini sevmişti. Bir insan, kendinden başka birinin kalbini sevdiğinde kırılmayacak ve kopmayacak bir zincirle ona bağlanmış demekti. Suho çok iyi bir insandı. Sözde değildi, gerçekten iyi birisiydi. Bu kadar iyi yürekli birisinin doktor olması resmen intihar gibi bir şeydi. Kyungsoo bu cesaretinden dolayı Suho'ya derin bir saygı duyuyordu. Aynı zamanda o da Suho'nun kalbini sevmişti. Fotoğraftaki her bir sima aklında canlandıkça, Kyungsoo ömrünün ne kadar kendine yararsız geçtiğini anlıyordu. Onlar onun kardeşleriydi. Beraber büyümüşler, aynı acıyı ve sevinci paylaşmışlardı. Tıpkı bir kurt sürüsü gibilerdi. Sadece, kurt sürüsünde barınan bir tilki elbette avcıların gözüne çarpardı. Kurtların yaptığı bütün hatalar ve acımasızlıklar üstüne kalırdı. Çünkü o bir tilkiydi. Kurnaz, lanetlenmiş bir hayvan, kurtların bile içinde en kötü olmaya layık olanıydı. Kardeşlerim dediği şeyler birer kurttu. Bir kurta ne kadar güvenilebilinirdi ki? Kendi türünden olmayan her şeyi yok etmeye programlanmış bir türün, dışarıdan gelen birini kabul etmesi zaten çok zordu. Halbuki avcılar biraz daha etraflarına bakmış olsalardı, hepsinin aynı olduğunu görürlerdi. Kyungsoo geçmişi için kendisi hariç kimseyi suçlayamıyordu. Yalnızca, kendisine yaşatmış daha mutlu bir geçmişinin olmasını isterdi.Kyungsoo bütün gece boyunca hiç durmadan ağladı. Sabah olduğunda elektrikler gelmişti. Fakat yine yağmur yağıyordu. Bugün onun için pratik yapma günüydü. Kyungsoo Suho odaya gelmeden dışarı çıkmak istiyordu. Suho'nun onu böyle görmesini istemiyordu.Yanına öğlen yemeğini, kitabını, not defterini, hırkasını ve suyunu içeren bir sırt çantası alıp hastaneden çıkmaya hazırlandı. Kapıda yine hemşireler onu şemsiye alması için sıkıştırdı."Kyungsoo, geçen sefer çok ıslanmış olmalısın. Lütfen bunu al.""Teşekkürler. Ama ben gerçekten şemsiye kullanmam."Kyungsoo yeniden düzgünce yürümeyi istiyordu. Bunun için her yağmurlu günde, hastaneden yaklaşık 4 kilometre uzaklıktaki parka yürüyordu. Parka ulaştığında her zaman oturduğu çardağa yöneldi. Bu sefer ondan önce biri gelip buraya oturmuştu. Kyungsoo çardağa geldiğinde, oturan adamın sürekli buraya gelen o adam olduğunu anladı."Merhaba Kyungsoo. Bugün senden erken geldim.""Merhaba şey.. Kai."Kyungsoo Kai'ye adını söylediğini hatırlamıyordu. Belki de söylemişti. Ama Kai öyle mutlu bir şekilde ona el sallayınca bu detaya o kadar da takılmadı. Kyungsoo kitabını çıkarıp okumaya başlayınca Kai de önündeki form görünümlü kağıtlara bir şeyler yazmaya başladı. Yarım saat sonra Kai'nin işi bitince Kyungsoo ile sohbet etmeye başladı."Sanırım buraya hep yağmur yağdığında geliyorsun. Neden?""Bu bir anlaşma. O yüzden koşulları yerine getirmem lazım. Sen neden hep buradasın? Evim yok deme, beni kandıramazsın.""Aslında, evet. Evim yok. Yani var. Biliyorum üstümden başımdan belli oluyor zaten. Ama nasıl desem, artık oraya gitmek istemiyorum. Çünkü artık evimmiş gibi hissettirmiyor. Eksik olan bir şey var. ""Anladım. Eğer benim bir evim olsaydı, oradan hiç ayrılmazdım. Ama eminim kendine göre sebeplerin vardır. Sadece, çok uzun süre evinden uzak kalma. Olur mu?""Olur. Sen öyle diyorsan... Bugün sana çikolata getirmedim. Ama bak, bir sürü meyve suyu ve muzlu süt aldım.""Ben de öğlen yemeği getirmiştim. Aslında senin gelebileceğini tahmin etmiştim. O yüzden iki kişiye yetecek kadar getirdim. İstersen seninle paylaşabilirim.""Gerçekten mi? Çok süredir senin yaptığın... senin yaptığın gibi hazır olmayan bir şey yememiştim. Çok teşekkür ederim."Kyungsoo bazen Kai'nin söylediği şeylere anlam veremiyordu. Artık buna aldırmamaya başlamıştı."Benim yaptığımı nereden biliyorsun?"Kai'nin gülümsemesi bir anda soluklaştı. Başını önüne eğip ayaklarına bakmaya başladı. Kyungsoo insanların garip olduğunu biliyordu. Ama bu adamda gerçekten daha garip olan bir şeyler vardı. Kai biraz sessiz kaldıktan sonra kafasını kaldırıp Kyungsoo'ya gülümsemeye devam etti. Gülümsemesinin çok yapmacık olduğu hiçbir efor sarf edilmeden fark ediliyordu. Yine de mükemmel bir gülümsemesi vardı. Kyungsoo, onu gerçekten güldürürse gülümsemesinin daha ne kadar mükemmelleşeceğini merak ediyordu."Sadece bir tahmindi. Ellerin hep soyulmuş ve yara içinde. Çok yıkamaktan böyle oluyor. Benim bir arkadaşım da obsesifti. Ondan biliyorum. Obsesif insanlar... "Kai, Kyungsoo'nun bir elini kendi elinin üstüne koyup incelemeye başladı. Kyungsoo elini çekip çekmemesi konusunda kararsızdı. Garip bir şekilde elinin, Kai'nin eline bu kadar çok uymasını izliyordu. Kai ise Kyungsoo'nun elinden gelen şeker kokusu burnuna geldikçe heyecanlanıyordu."... Kendi elinden başka birinin elinin değdiği şeyleri asla yemez. Şu an bile miden bulanıyor olabilir. Aklından 'Elleri temiz midir? Yanımda ıslak mendil getirdim mi?' gibi sorular geçiyordur büyük ihtimalle. Ben elimi çektiğimde kendini çok pis hissedeceksin ve hemen ellerini yıkamak isteyeceksin eminim."Kai elini yavaşça çekti ve masanın üzerine koydu. Kyungsoo bekliyordu. Bekliyordu ki kendini kirli hissetsin, ellerini çamura batırmış gibi hissetsin ve onları vücudundan koparıp atmak istesin. Ama olmuyordu. Kai bekliyordu. Bekliyordu ki Kyungsoo hemen peçetesiyle ellerini silsin, ondan daha da uzağa otursun, hatta kalkıp gitsin. Ama olmuyordu. Kyungsoo şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı. Ellerine bakıyor, bir şey olmasını bekliyordu. Aksine, kendini daha temiz daha güvende hissediyordu. Birbirlerine şaşkınlıkla bakıyorlardı. Kyungsoo yine de çantasından mendilini çıkartıp ellerini silmeye başladı. Garip bir şey olduğunu Kai'ye hissettirmek istemiyordu."Kendini iyi hissettirmek için ellerini temizliyorsan, yapmana gerek yok.""Hayır. Dediğin gibi rahatsız oldum o yüzden-""O zaman neden sağ elinden başladın? Sen solak değil misin? Sol elinle başlamalıydın."Kyungsoo Kai'den az da olsa korkuyordu. Böyle şeylere dikkat etmesi ona değişik geliyordu. Hem neden böyle özenle onu gözlemliyordu ki? Sadece yağmurlu günlerde gördüğü bir insana neden bu kadar dikkat ettiğini anlayamıyordu."Ben solak değilim."Kai, Kyungsoo'nun gözlerine sanki yalan söylediğini bilirmişçesine baktı. Sonra gözlerini ondan çekip ağaçlara bakmaya başladı."Peki öyleyse. Yanlış görmüşüm sanırım. Ama burada sol elinle resim çizdiğine yemin bile edebilirdim."Kyungsoo artık cevap vermemenin en mantıklı karar olduğunu düşündü. Getirdiği çatallardan bir tanesini ona uzattı. Sessizce yemeklerini yediler. Kyungsoo yemek kaplarını ve çatalları toplayıp bir poşetin içine koydu. Kai'nin kullandığı çatalı ayrı bir yere kaldırdı. Kai, onu izlerken bir kahkaha attı."Ne?""Ellerime güvenebiliyorsun ama ağzım senin için çok fazla. Sadece buna gülmüştüm.""Ellerine güvendiğim falan yok. Nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri?""Aslında belki ellerime güvendiğin kadar ağzıma da güveniyorsundur. Ama bunu deneyemeyiz. En azından şimdilik."Kyungsoo, onun ne demek istediğini anlamıştı. Utancından kıpkırmızı kesildi. Kai'nin bu kadar rahat ve vurdumduymaz oluşuna şaşırmıyordu. Çünkü bu ona tanıdık bir duyguydu ama sadece daha önce nerede gördüğünü hatırlayamıyordu."Insanların hiç öğrenemeyecekleri şeyler olur. Belki de dediğin, senin hiç öğrenemeyeceğin şeylerden biridir."Kai sadece Kyungsoo'ya kocaman gülümsedi. Kendinden bu kadar emin oluşu Kyungsoo'yu sinirlendiriyordu. O yüzden çantasını hızlıca toplayıp ayaklandı."Sonra görüşmesek iyi olur ama yine burada olacağını biliyorum. O yüzden, sonra görüşürüz Kai.""Sonra görüşürüz Kyungsoo."Kyungsoo yavaşça yürümeye başladı. Ama sinirinden ölecek gibiydi. O yüzden geri döndü. Kai de geri döneceğini biliyormuş gibi mutlu bir şekilde ayaklarını sallıyordu."Biliyor musun, senin gibi insanlardan nefret ederim. Kendine çok güveniyorsun, ama bir gün o güvenin boşa çıkarsa o zaman ne yapacaksın? Ayrıca ben kimseye güven-"Kai bir anda ayağa kalkıp Kyungsoo'nun önüne dikildi."Sen ağladın mı?"Kyungsoo kafasını çevirdi. Arkasını dönüp gidecekken Kai koşup yine önüne geçti. Kyungsoo geceden kalma kızarıklıklarının güneşte çok belli olacağını tahmin etmesi gerektiğini düşünüp kendine kızıyordu. Kyungsoo, Kai'nin neden bu kadar inatçı olduğunu anlamıyordu. Bu durum onu neden bu kadar ilgilendiriyordu ki?"Sana bir soru sordum Kyungsoo.""Cevabını alamıyorsan, sorman gereken bir soru sormamışsın demek ki."Kyungsoo, Kai'nin alnında yine o ince damarı gördü. Sinirlenince oluştuğunu anlamıştı. Kai kafasını iki yana sallayıp Kyungsoo'ya baktı."Neden ağladın?""Önemsiz.""Önemsiz? O yüzden mi gözlerinin altı kızarana kadar ağladın?""Önemsiz dedim ya. Bırak gideyim."Kai Kyungsoo'nun delik deşik olmuş, morarmış kollarını büyük bir güçle tutup sıktı. Sinirlendiği artık yüz hatlarına da yansıyordu. Kyungsoo ne yapacağını bilemedi. Canı acıyordu ama sanki hiç acımıyormuş gibi kararlılık ve inatla Kai'ye bakıyordu."Kyungsoo... Lütfen.""Niye böyle yapıyorsun? Hem seni ne ilgilendirir ki? Neden ağladığımı bilsen bile ne anlayacaksın ki? Sen beni tanımıyorsun. Neden o halde?""Emin ol seni çok iyi anlayabilirim."Kyungsoo Kai'nin suratına bakarak sadece kahkaha atabildi. Bu adam kim olduğunu sanıyordu? Anlayabilirmiş, dediğine göre. Kyungsoo gerçekten bunu çok komik buluyordu. Kyungsoo güldükten sonra ciddileşip, direkt Kai'nin gözlerinin içine baktı. Kai, daha deminki Kyungsoo'nun davranışından dolayı afallamıştı."Sen."Kyungsoo hışımla kollarını Kai'den kendine çekti. Sonra hafif bir şekilde onu itti. Kai bir adım geriye çekildi."Sen, karanlığı görebilir misin? Sessizliği duyabilir misin? Var olanı yok edebilir misin? Zihnimi okuyabilir misin? Peki ya, kalbimi hissedebilir misin?"Kai'nin gözleri dolmuş gibiydi. Kyungsoo hiç kimsenin canını acıtmak istemezdi. Fakat eğer onun canını yakarlarsa, karşılığı çok kötü olurdu."Şimdi, bir daha beni anlayabileceğini söylemeyi dene."Kai başını önüne eğdi. Saçları önüne düştü. Ama Kyungsoo onun ne kadar pişman olduğunu her halinden anlayabiliyordu."Kimse kimseyi anlayamaz Kai. Ancak, elini kalbime sokabilirsen, içimde neler olup bittiğini anlarsın."Kyungsoo son bir kez daha başını önüne eğmiş Kai'ye baktı. Daha sonra yanından geçerek ilerlemeye başladı. İçinde hiçbir şekilde bir acıma, bir üzüntü yoktu. Bunu o hak etmişti."Belki de ben ellerimi maviye bulamak istiyorumdur!"Kyungsoo arkasına dönmeden olduğu yerde duraksadı. Bu çocuğun ağzından neler çıkıyordu böyle? Gözleri kocaman açılmıştı. Nefesi şaşkınlıktan hızlanmıştı. Cesaretini toplayıp arkasına döndüğünde Kai ona doğru yaklaşıyordu."Kalbin ne renk Kyungsoo?""N-nasıl? Anlamıyorum...""Sen söylemezsen, ben söylerim."Kai Kyungsoo'yu kendine çekti. Elini, Kyungsoo'nun kalbinin üstüne koydu. Kyungsoo sadece şaşkınlıkla ona bakakalmıştı."Mavi. Değil mi?"