the realm ➳ loki + thranduil

382 16 7
                                    


✖️✖️✖️✖️✖️

Yeni günün ışıkları Alfheim'ı etkisi altına alıyor, tüm diyarın yeşil bir renge bürünmesini sağlıyordu. Ulu ağaçları bile aşıp geçen büyük ve kırmızı Elf Güneşi'nin ışıkları tüm gezegeni aydınlatıyor, ancak taht odasına ulaşamıyordu.

Elfkral bu loş ortamı, ara ara boşluklar bulup içeri sızan ışık hüzmelerini seviyordu. Görkemli salonda daha da gizemli, daha da vahşi bir hava yaratıyordu bu. Ortamdaki en yüksek yerdeki tahtında oturan Elfkral için tüm diyar ayakları altındaydı, hükmettiği topraklara tepeden bakıyordu.

O tahtta Elfkral olduğundan güçlü hissediyor, diğer tüm diyarların hükümdarlarını birer sinek gibi tasvir etmekten çekinmiyordu. Kibir binlerce yaşındaki bu adamın her bir yanını esir almış, asla yaşlanmayan yüzünü kölesi yapmıştı. O soğuk gülümseme ile donuk, mavi gözler tüm diyarlarda kibrin sembolüydü.

Görkemli demir kapıların açıldığını duyduğunda, yayılarak oturduğu tahttaki duruşunu düzeltmek üzere, elindeki asadan destek aldı kral. Çenesini dikleştirerek ona doğru gelen askere baktı. Sıradan bir askerdi bu, diğer tüm askerler gibi toprak tonlarındaki üniforması ile ona doğru ilerliyordu. Bir Elf'in yaprak kadar hafif adımlarına ve bir Buz Devi'nin cehennem kadar korkutucu ifadesine sahipti asker. Diğer tüm askerler gibi o da Elf disiplinin bir ürünüydü, mükemmeldi.

Tahtın bir kaç metre uzağında duran kahverengi saçlı bu erkek Elf, kralına zarif bir referans sundu. Elfkral keskin çenesini hafifçe aşağı eğerek onu selamladı.

"Efendim," dedi Elf, sesinde kararsız bir tını vardı ancak düz suratı hiçbir şeyi ele vermiyordu. Genç bir asker olmalıydı bu, belki de birkaç asır bile yoktu ömrü. "Onu bulduk... gösteriyordu. Kuyutormanın derinliklerinde örümceklere yem olmak üzereydi."

Elfkral'ın yüzündeki kibirli gülümseme bir kat daha genişledi, beyaz dişler soluk dudakların arasından ortaya çıktı. Donuk mavi gözlere ulaşmayan gülümseme genç Elf'i tedirgin etmişti fakat yüzündeki ifadesizliği korumayı başardı. Kaşlarının biraz bile çatılması işinden olmasına neden olabilirdi, mükemmelliğin dünyasında hatalara yer yoktu.

Elfkral siyah, gümüş işlemeli cübbesinin eteklerini savurarak ayağa kalktı, sarı saçlarını süsleyen zarif, dallardan yapılma taç boyunu daha da uzun gösteriyordu. Ellerini önünde kavuşturdu. "Buraya getirin."

Kralın emri ile kapılar bir kez daha aralandı, Alfheim için orta boylu sayılabilecek bir adam içeri girdi. Siyah saçları ışığa hasret salonda karanlıkla bir olmuş gibiydi, adamın tüm ruhu karanlığa teslim olmuştu aslında. Arkasındaki askerler tarafından iteklenen adam biraz sonra tökezledi, düşmeden yürümeye devam ettiğinde bakışlarını yukarı doğru kaldırdı. Zarif tahtta dolaştı yeşil gözleri, tahtın sahibini es geçti.

"Demek buralara kadar düştün." Elfkral bir kaç basamak inerek tutsakla arasındaki mesafeyi küçülttü. "Yüce Odin'den kaçmak için buralara, bir zamanlar küçümsediğin diyara kadar düştün demek, Hain?"

Tutsağın gözleri yapraklarla bezeli, geyik boynuzları ile süslenmiş tahttan ayrıldı ve bu kez tahtın sahibi, heybetli adamı buldu. Sarı saçları neredeyse beline kadar uzanan bu adamın, en az tahtı kadar zarif bir yapısı vardı. Ancak gözlerindeki ölümcül kibir bu zarifliği yok etmeye yetiyordu. Biraz önce dudaklarında yer etmiş olan gülümseme şimdi anın ciddiyeti ile bozulmuş, siyah kaşları tutsağı tehdit etmek istercesine belli belirsiz çatılmıştı.

"Ben asla bu diyarı küçümsemedim." diye yanıtladı Tutsak. Elfkral'ın yüzünde yok olan gülümseme bu kez Tutsak'ın dudaklarına yerleşmişti ancak kralın aksine bu kibirli gülümseme Tutsak'ın gözlerine ulaşıyordu, kralın aksine kibir Tutsak'a değil Tutsak kibre hükmediyordu. "Belki duymuşsunuzdur, ben Asgardlı bile değilim."

blackout ➳ one shotsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin