Güneş ışığının yüzüme vurmasını engellemeye çalışarak yorganı kafama kadar çektim. Uyanıktım ama gözlerimi açmak istemiyordum. Sonsuza dek.
" Başım ağrıyor." Mekandan çıktığımız gibi eve gelmiştik. Midem bulanıyordu, ama bu his hoşuma gidiyordu. Ne kadar dirensem de Ozan'ın zoruyla kusmuştum. "Ozan!" uykulu sesimle artık ne kadar duyduysa. Yataktan doğrulup elimi enseme götürdüm. "Mutfakta mısın?" Adımlarımı mutfağa yönlendirdim. Dediğim gibi, kulaklığını takmış, kahvesini içiyordu. Gözü bir noktaya dalmıştı. Kulağından kulaklığı çektim. "Günaydın"
"Günaydın."
"Ben banyodayım. Bana da bir kahve yapar mısın?" diyip gülümsedim. Mırıldanarak onaylamasıyla beraber banyoya gittim. Soğuk bir duş, umarım baş ağrımı geçirirdi.
Başıma havlumu sardım ve mutfağa gittim. Kahvemi elime aldım.
"Gökçe, dün seni zorladıysam özür dilerim. Dengesiz olabiliyorum."
"Özür dileme. Ne bekleyebilirim ki herkes ben değil. Takma kafana." Boşta olan elimin üstüne elini koydu.
"İyi ki varsın."
"Sen de öyle. Tek sen varsın." Gülümsedim. "Açsan bir şeyler yapayım?"
"Dünkü paralar ne güne kızım, dışarıda yeriz."
"Üstümü giyineyim çıkarız. Gizmo'yu da al."
"Tamam."
Siyah pantalonumla kısa bulüzümü giyip saçlarımı kuruttum. Telefonu arka cebime koydum.
"Ozan, hazırım ben"
"Gizmo gel oğlum" köpek koşarak omzuna atladı. İkisini izlemekle vakit kaybetmek istemiyordum, kendimi dışarı attım.
Rüzgarın her zaman yüzümü okşaması hoşuma gitmiştir. Saçlarımı savurması ve bir üflemesi ile tüm düşüncelerin katili olması. Asıl özgürlük buydu. Hayatımda hep bir ağlama isteği ile yaşıyorum. Dışarı vuramıyorum. Sizde de oluyor mu? Öfkenizi haykırmak, Acılarınız ölene kadar ağlamak... Ama geçmiyor. Bir deftere bastırılarak yazılan,silince izi kalanlar gibiyiz. Üstümüzden ne kadar yeni bir sayfa açarsak açalım olmuyor.
''Canım hiçbir şey istemiyor Ozan.''
''Zaten neyden keyif alıyorsun ki?''
''Kendime zarar vermek...'' önümde durup kollarını omzuma koydu.
''Şu beş para etmez dünyada ne kadar küçük olduğunun farkında mısın? Tek sen mi böylesin? Ben de çok şey kaybettim Gökçe. Ne yapalım, ölünce sen umudunu tamamen kaybetmiş olacaksın daha mı iyi?'' sesini gittikçe yükseltiyordu. ''Önünde yaşayacak çok zaman var, birlikte yaşamamız gereken çok fazla zaman... Öldürme kendini. Yok etme şu kalbindeki umutlarını. Yapma bunu kendine. En çok da bana.'' haklıydı. Belki ben böyle yaptıkça elime bir şey geçmeyecekti ama... Aması yok. Hiç denedin mi mutluluğu. Yeni kural mı koymalıydım kendime? Belki de aşık olmalıydım. Belki, sevgiyi tatmalıydım. Kollarımı omzuna doladım ve sıkıca sarıldım. ''Senin miniğin yaşamayı bilmiyor... Öğretir misin ona?''
Bedenini benden hafifçe uzaklaştırdı ve ellerini yüzüme koyarak gözlerimi sildi. ''Yeni öğretmenine merhaba de miniğim.'' güldüm.
''Mer ha ba örrt me niim''
''Ya da deme vazgeçtim.''dedi gülerek. Biz de böyleydik işte. İçimizdeki dünya kirden arınamamış, dışımız içimizi saklarcasına başka olan çocuklardık. Evet... Her ne kadar büyüsek de çocuktuk biz. Değişen tek şey dışımız ve zamandı. Hatalarımız hep bundan değil miydi zaten? Sezen Aksu da dile getirmiş, '' Küçüğüm bu yüzden bütün hatalarım'' diye. Yine sokakalardan macun şekeri satan amca geçse, yine heyecanlanırım. Hani bir aralar da salıncaklar vardı. Öylesine çocuğuz işte hâla. Ama saklanıyorlar köşe bucak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BALKÖPÜĞÜ
Teen Fiction"Sen benimsin balköpüğü, direnme. Şu iki dakikalık hayatında benim nefesime ihtiyacın var... Ukala. "Ben ölümle yaşam arasındayken sen nasıl anlarsın ki benim ne istediğimi? " diye tersledim. "Çünkü kalbin benim, beynin benim, sen benimsin. Unutma...