4. BÖLÜM

56 9 6
                                    

Öğle arasındaydık sen yine yalnızdın, ben de yemeğimi alıp seni izleyebileceğim bir köşeye geçmiştim. Güzel ellerinle tuttuğun kaşığı masaya bırakıp yemeğini eline almıştın. Sonra ise şaşırtıcı bir şekilde benim karşıma oturmuştun. "İkimizde yalnızsak, birbirimizi yalnız bırakmamalıyız." deyip gülmüştün. Yemek boyunca konuşup gülmüştük. İlk defa bu kadar uzun konuşmuştuk seninle. Doğrusu, sen ilk defa biriyle bu kadar uzun konuşmuştun. İlklerin hep bendim. Kendimden nefret etsem de, tek sevdiğim yönüm buydu.
O günden sonra başladı senin için ben, benim için biz. 
Sadece bir kereliğine izin verdin bana içeri girmem için, ben ise hiç düşünmedim. İçerideki labirenti bilsem de umursamadım. Bana böyle yaklaştığın için minnettarım sana.

Okul çıkışı yanına gelmiştim. Seni izlediğim bunca zaman içinde, ilk defa bu kadar mutlu olduğunu görmüştüm. O aşık olduğum gülüşünü kaç kere gördüğümü sayamamıştım bile. Ben, seni mutlu edebilmiştim. Düşünüyorum da, keşke hep mutlu eden biri olarak kalsaydım...

Zaman çok hızlı geçmişti seninleyken. Her gün seni izlemeye gittiğim o yere seninle beraber gideceğim düşüncesi bile çok uzaktı bana; ama yaşamıştım işte. Hatta el ele gitmeyi dahi yaşatmıştın bana. Bunların hepsi minnettar olduğum şeyler. Aslında ben, senin varlığına minnettardım.

Sana, seni o günden çok daha önce tanıyıp aşık olduğumu kaç kere söylemek istedim; ama korktum, daha bir çok şey gibi.

Merak ediyorum, bana olan bakışın ne zaman değişmişti, ne zaman benden hoşlanmaya başlamıştın? Bunun gibi pek çok sorum var, sormadığım için pişman olacağımı düşünmemiştim.

Hayatımda geçirdiğim en güzel günleri düşünüyorum, seninle olan her günüm en güzel, ama bunlar için seçim yapmak zorunda kalsam iki günümüzü seçip yeniden yaşamak isterdim.
Çünkü bu günlerde ben değil, sen yaklaşmıştın bana.

*

Yine okul çıkışıydı, herkes dağılmıştı. Sen ise beni okulun arkasına sürüklüyordun. Yağmur hafif hafif düşüyordu yere, saçlarında nem oluşuyordu.
Sonunda durmuştuk. Hava hafif kararmıştı, sen bu saatleri severdin.

"Hastalanacaksın!" deyip ceketimi hafif ıslanmış saçlarının üzerine asmıştım. Yine dudağını büküp bana bakmıştın, dünyanın en güzel manzarasıydı.

Yağmur hızını arttırıyordu. Ceketi başından çekip bana yaklaştın.Yüzünü gökyüzüne kaldırıp sert damlaların yumuşak teninden akmasına izin verdin. Ben ise hayranlıkla bunu izliyordum. Daha sonra yüzünü bana yöneltip ıslak teninle gülümsemiştin. Yine o küçük gamzelerin sarmıştı ağzının etrafını. Hepsini öpmek isterim, teker teker ve nazikçe. Konuşmaya başlamıştın. Biraz gergin görünüyordun.
"Yağmurlu günler bizim için hep özel olacak gibi." demiştin.
Bu sözün yağmuru bu dünyada senden başka en sevdiğim şey yapmıştı. Gülümsedim. "Öyle." demiştim. Şimdi biraz daha durgunlaşmıştın, başını eğmiştin. Benden utanmandan nefret ediyordum.
"Tanıştığımız gün, bizim ilk yağmurlu günümüz. Şimdi ise, ikinci özel günümüzü yapacağım."  deyip yüzünü iyice aşşağı sarkıtmıştın. Pembe ayakkabılarının ucundaki beyaz kısımlarıyla oynayıp birbirlerini kirletmelerine izin veriyordun.
Yağmur bardaktan su boşalırmışçasına devam ediyordu. Başını kaldırdın, yağmurun şiddetiyle gözlerini tam açamıyordun. "Ben kalbime engel olamadım." demiş yutkunmuştun. "Ben kalbime yenik düşüp sana aşık oldum."

*

Yine dalmıştın elindeki kitaba. Sonra seni izlediğimi farketmiştin. Kaldırmamıştın başını, öylece kitaba bakmaya devam edip "Baka baka eskittin." demiştin. Şimdi düşünüyorum da, ne kadar baksam da yetmedi.

"Güzelliğin hiç eskimiyor. Ne kadar izlersem izleyeyim..." demiştim. Gülmüştün. Yine aşık olmuştum işte, yine çırpınıyordu kalbim. Sonra cama çarpan yağmur damlaları böldü bizi.
"Yağmur yağıyor, yine." demiştin her tınısı farklı bir melodi olan sesinle. Elinden tuttum ve kütüphanenin dışarısına çıkardım.
"Ne yapacağız?" demiştim. Sense "Beni takip et." deyip binanın arkasındaki ağaçlığa götürdün beni. İleride tahta bir ev vardı.
"İşte!" demiştin sevinçle. Bense buranın kimin olduğunu sormuştum. "Bizim." demiştin,bizim...

Ceketimi çıkarıp başının üstüne atmıştım yine. Eve ulaşana kadar ıslanırdın. Yürümedin.
"Woohyun-ah" diye bana seslendin. Arkama dönüp "Islanacaksın,acele et." demiştim. Dinlemedin. Evin önündeki nehirin üstünü örten tahta köprüde duruyordun. Geri dönüp yanına gelmiştim.
"Ne oldu?" demiştim. Sen ise karşılık olarak kafanın üzerindeki ceketi yere atıp iki elini boynuma dolamıştın. Boyun kısaydı, göğsüme denk geliyordu güzel yüzün. Yetişmek için ayaklarımın üzerine çıktın. Tam gözlerimin içine bakıyordun. Daha sonra yumdun güzel gözlerini ve yumuşak dudaklarını benimkilerinin üzerine bastırdın. Bir süre kalmıştın öyle. Ben ise hiçbir şey yapmadım. Dudaklarımdan ayrıldığında yutkunmuştum. Sen ise olduğun yerde başını eğip "Yağmur yağıyor. Özel olmasını istedim. " dedin. Sonra ise ayaklarımın üzerinden inip ellerinle kızaran yanaklarını tuttun. "Gidelim." deyip önden hızlı adımlarla yürümeye başlamıştın. Bense gülümsedim. O kadar şirindin ki. Arkanı dönüp "Gülüyor musun?" demiştin. Sonra sinirlenip "Hasta olacaksın." dedin. Geri gelip elimden tutup o tahta eve götürmüştün beni.

Y.N: Yorumlarınızı esirgemeyin :')

INTENSEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin