Nabzım, tenimi yırtacak gibi atıyordu. Hem korku hem de acıyı aynı anda hissetmek bizim için zararlı olabilirdi. Ruhuma dinginlik kazandırmak adına birkaç saniye gözlerimi kapadım ve derin nefesler alarak doğadan yardım diledim. Kendimi kaybetmenin sırası değildi. Her zaman olduğu gibi şimdi de güçlü olmalıydım.Ruth bugünün geleceğini biliyordu, binlerce kez konuşmasını yapmıştık. Bana tekrardan doğacağını, üzülmenin bir anlamı olmayacağını söyleyip durmuştu. Fakat elimde değildi. Hayatımı ona borçluydum. Ayrıca bu, göreceğim ilk ölüm olacaktı. Şanslıysam görmek zorunda kalmayacağım.
Ona veda etmek istemiyordum. Buna hazır değildim.
Hazır olmadığım tek şey, geç kalacak bir vedadan ibarette değildi. Meclise girmek istemiyordum, aday olarak gösterilmek bile istemiyordum. Sonsuz bir ömre sahip olabilecekken öleceğim günü bilerek yaşamak bana göre değildi. Ah, kafam gereğinden fazla karışıktı ve bu düşünmeme hiç yardımcı olmuyordu.
"Victoria,"diye seslendi Bella. Üzerimi düzeltip suratıma gülümseme yerleştirdikten sonra kapıyı açtım. Bella, en soğuk olanımızdı. Dudaklarının kıvrıldığını dâhil gördüğümü hatırlamıyordum.
"Bella,"dedim nazik bir şekilde.
"Ruth sana birkaç şey bırakmış. Meclisin kütüphanesinden alabilirsin."dedikten sonra hızla arkasını döndü ve koşar adımlarla uzaklaştı.
Ruth'un bana bir şeyler bırakmasını beklemiyordum. Burada istediğimiz her şeye sahiptik zaten. Merak duygum git gide artarken evin kapısını kapattım ve meclisin kütüphanesine doğru ilerlemeye başladım. Çıplak ayaklarım, toprakla bütünleşirken rahatlama hissi tüm vücudumu sardı. Etraftaki herkes telaşlıydı, ben ise daha çok gergindim. Meydan boştu, meclis üyelerinin bedenleri alınıp son yolculuklarına uğurlanmak için hazırlanıyor olmalıydı. Eğer bu bir gelenek olmasaydı katılabileceğime ihtimal bile vermiyordum.
Meclisin tahta kapısını sağlam bir güç kullanarak açtım. Her hafta temizlememize rağmen hâlâ yoğun bir küf kokusu vardı ve her adımda tozlar havaya kalkıyordu. Yandaki meşalelerden birini aldıktan sonra ahşap merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Kütüphane, yerin altında olduğundan dolayı ışık almıyordu. İnecek olan kişinin, yanına kendi ışığını alması gerekiyordu.
"Victoria, bende seni bekliyordum."dedi Naomi gülümseyerek. Naomi, kendini kütüphaneye adamıştı. Neredeyse iki yüz yıldır bu kütüphanede görevliydi. Bundan hiç şikâyetçi değildi öyle ki sonsuzluğu, buraya adayabilecek kadar seviyordu işini.
"Merhaba, Ruth'un bana bıraktığı şeyleri almaya geldim."
Naomi ne istediğimi anlamış gibi kafasını salladı ve arkasındaki rafları karıştırmaya başladı. O kadar enerjikti ki ona iki yüz yılı devirmiş demek imkânsız gibiydi. Gerçi bizim için zaman anlayışı oldukça farklıydı. Doğaya bağlı olduğumuz sürece belli bir yaştan sonra yaşlanmamız duruyordu. Sadece yaşıyorduk, ölme korkusu olmadan.
"Ah, işte burada tatlım."dedikten sonra siyah bir kutuyu bana uzattı. İsmim, kutunun üzerine altın rengiyle işlenmişti.
Kutuyu aldıktan sonra meşaleyi girişe bıraktım ve Naomi'ye teşekkür edip evime doğru ilerlemeye başladım.
✖️
Kutunun herhangi bir açma yeri yoktu. Yaklaşık bir saattir bu kutu üzerinde çalışıyordum ve tek bulabildiğim ipucu arka tarafına kazınan "Doğru zaman geldiğinde," yazısıydı. Ruth, gitmek üzere son hamlesini de yapmış ve beni merakımla yalnız başıma bırakmıştı. Tüm günümü kutuyu açmak uğruna harcayabilirdim ama ilk önce yerine getirmem gereken görevlerim vardı. Ruth'u ve diğerlerini doğaya teslim etmek gibi.
Cenaze için uygun görülen siyah elbiseyi üzerime geçirdim. Kahverengi saçlarımı, yukarıdan düzgün bir şekilde topladıktan sonra incilerle süslenmiş tacı kafama taktım. Aynaya bakacak kadar iyi hissetmiyordum kendimi. Zira siyah elbisenin, cenazenin gerçekliğini yüzüme vurmasını hazmedecek kadar sindirememiştim yaşananları.
Buralarda ki geleneğimiz bu şekildeydi. Cenazeler dışında siyah giyinmemiz onaylanmazdı. Daha çok doğanın ruhunu yansıtan şeyleri tercih ederdik.
Kapıyı açmadan önce derin bir nefesi ciğerlerimle buluşturdum. İçimden binlerce kez 'hazırsın,' diye geçirsem bile faydasının dokunmayacağını anlayarak nehre doğru ilerlemeye başladım. Josephine, evimin birkaç metre ötesinde duruyordu. Bana doğru buruk bir tebessüm gönderip el salladı.
"Ruth ve senin aranızdaki sevgiyi biliyorum. Senin için çok yıkıcı olmalı, yıllardır buna hazırlansan bile."dedi Josephine ve yanımda olduğunu belli edercesine sıkıca bana sarıldı.
Josephine'e sahip olduğum için şanslıydım. Onlayken konuşmama veya anlatmama gerek kalmazdı. Çünkü o daima beni anlardı. Zıt görünüşlerimize ve davranışlarımıza rağmen bir bütündük.
"Geri dönecek."dedim, tüm kalbimle inanmaya çalışarak.
Sınırımızın dışındaki nehre doğru topluca ilerlerken içime adını koyamadığım bir ürperti yayıldı. Burada bir insan olamayacağını biliyordum, buraya gelmeleri için ilk önce bizim sınırımızdan geçmeleri gerekirdi. Fakat yine de huzursuzdum.
On iki meclis üyesi, çiçeklerle süslenmiş sandallarda yatıyordu. Gözlerim Ruth'a takıldığında kirpiklerimin ıslandığını fark ettim. Ağlamamalıydım, bunu doğaya isyan olarak algılayabilirlerdi. Josephine, kimse görmeden gözyaşlarımı sildiğinde ona doğru gülümsedim.
"Gözyaşlarını eve sakla Vicky, şimdi olmaz."dedi otoriter bir sesle.
Josephine, benim yerime de Heena'lı tütsüyü aldı ve parmaklarımın arasına tutuşturdu. Kokusu ormanın ruhunu anımsatıyordu, her tütsünün kendime göre anlamı ve görevi vardı. Heena, sadakati ve sonsuz aşkı temsil ediyordu. Ruth ve diğerleri, sadakatleri dolayısıyla ödüllendirilecek ve sonsuzluğa döndürülecekti.
Bir çember hâlini aldıktan sonra tütsüyü etrafımızda dolaştırdık. "Evrenin ruhu, yüce doğa. Seçtiğin on iki, görevlerini sadakatleriyle taçlandırarak tamamladılar. Ölümlü bedenlerini, sonsuzluğa uğurlama adına sana kendimizi sunmamıza ve bu ritüeli adınla kapatmamıza müsade et."dedik, hep bir ağızdan.
Doğanın ruhundan gelen melodiler, bedenimizi sararken kendimizi müziğe bıraktık. Üzerimde ki elbiseyi kulaklarıma dolan melodi eşliğinde çıkartmaya başladım, toprağın enerjisi tüm vücudumu kaplarken parmaklarımı bedenimde dolaştırmaya başladım. Ruhum doyum noktasına ulaşmış gibiydi, içimde enerji patlaması yaşanıyordu. Özgürdüm, hepimiz özgürdük.
Bunun sebebi kumaş parçalarından kurtulmamız değildi, çoğu zaman o parçalar olmadan geziyorduk. Doğayı hissetmek daha kolay oluyordu.
Sebebi, doğanın ruhumuza dokunmuş ve onu acımıza kucak açmış olmasıydı.
Dansımı sonlandırırken elbisemi yerden aldım ve üzerime geçirdim. Adını koyamadığım o huzursuzluk hissi, tenime bir bıçak darbesi gibi saplanmıştı. Huzursuzluğumun kaynağını aramak için etrafa bakındığımda gecenin karanlığında mücevheri anımsatan parlaktıktaki gözleri gördüm. Sonrasındaysa tek hatırlayabildiğim, altımdaki zeminin kayganlaştığı ve o hissin git gide yakınlaştığıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AZURA|Devam Edecek
FantasyBüyü, cehenneme gizlenmiş cennet gibiydi. Görmeyi göze alabilenler için daima oradaydı. Azura, o cennette yaşayanlardan sadece biriydi fakat diğerlerinden farklıydı. Sebebi, doğuştan cadı özelliklerine sahip olması veya meclisin bir üyesi olması de...