TUMBLR HİKAYELERİ 5

413 15 3
                                    


Sonbahar hep, biten yazı anlatmıştı. Dalında söküp aldığı tomurcuklardan hiç bahsetmemişti. Havalimanları hep, gitmekten ve vedadan bahsetmişti. Gidişe duyulan çaresizlikten, hiç bahsetmemişti. Acının, insan ömrüne sis gibi çöküp, şah damarından, serçe parmağına kadar, belirsiz bir huzursuzluğundan hiçbir şiir hakkıyla söz etmemişti. Acının dili, sessizliktir ve susan kadınlar acıyı ezbere bilir.

İlk kez birinden kal cümlesini beklemiştim. İlk kez birinin sözünü dinlemek için hazırdım. Keder kırmızısı dudakların kal dese, bir yolunu bulup kalacaktım. Bir sırt çantasıyla geldiğim şehirde kalır mıydım? Bir şiire denk bir kadındın, mantık sana da bana da uzaktı. Üstelik mantıkla, aşk gemisi yürür müydü?

Yara izlerini kim açmıştı, sormadım. Bunu geç fark ettin. Önemi var mıydı? Yara izlerini açan adamlar, yara izlerini iyileştirecek miydi? Neşter kanamaz, neştere bulaşan kan, açtığı yaraların izidir. Bir katil, bütün cinayetlerinden kan revan içinde çıkar. Fakat ölen maktüldür. Yara izlerini açan adamlar, iyileştirebilir miydi seni? Bıçak, kestiği yarayı kapatır mıydı?

Yara izlerini açanların ya da yara izlerinin hikayesi pekte umurumda değildi. Herkes sana yara izini sormuştu. Kimse iyileştirmeye kalkmamıştı. Geçmişi silecek kadar ve yara izlerini iyileştirecek kadar güçlü değillerdi. Geçmişe sırt dönmek, cesaret ister.

Teninde kimin parmak izi vardı, dudaklarına sinen anason kokusunda kimin payı vardı, bir önemi var mıydı?

Saatin yoktu, zamanın değeri yoktu. Yetişmen gereken bir ev, yetişmen gereken bir randevu yoktu. Hayalin yoktu, hayal kuracağın biri yoktu. Ufak bir sır defterin yoktu, sırrın yoktu. Her şeyi gözlerine sığdırmıştın. Islak bir şehri kucaklayan, sonbahar gibi, acıyı kucaklamıştın. Islaktın. Yağmurluydun. Siyah değildin, griydin. Siyaha çok yakındın.

Usulca dokundum sana. Dokunurken korktum, farkındaydın. Tenin, yeryüzünün en hassas yanıydı. İncecik kirpiklerin, kırıldı kırılacaktı. Gülüşlerin, buzdan heykeller gibiydi. Biraz dokunacak olsam, eriyecek, bir yanı kırılacaktı.

Şehrin, en ünlü pastanesinde, yağmura tanıklık ederken birden anlatmaya başladın. Canın yanmıştı, canını yakmışlardı. Sevmiştin, inanmıştın fakat sevilmemiştin. Ses tonunda ki ümitsizlik, sonbahara boynunu büken tomurcuklardan daha hazindi.

Elindeki sigarayı gösterdin. "bak" dedin. "Bunun gibi tükeniyoruz işte." Yutkundun, kursağına kelimeler takıldı. Bir kez daha yutkundun. Sigaranın filtresine rujun bulaşmıştı. Devam ettin "biz tükendikçe insanlar bizden keyif alıyor" sigarayı dudaklarına götürdün, çayından bir yudum aldın, boğazındaki düğümü çözmeye çalıştın. Yağmur şehri değil, senin yanaklarını ıslatıyordu. Cümleni tamamladım "Geriye küllerimiz kalıyor, savruluyoruz". Onayladın, zehir gibi acı bir gülümseme düştü yanaklarından.

En büyük hayalini sordum, yoktu. Hayallerini tüketmiştin. Caddeden geçe, kahkahaları gökyüzüne çarpan insanlara uzun uzun baktın. İçinden, gerçekten mutlu olup olmadığını sorguluyordun, tahmin ettim. Otobüslere gitti gözün, hınca hınç doluydu. İnsanlar bir yere yetişmeye çalışıyordu. Ortak bir noktamız vardı, yetişecek kimsemiz yoktu. En acısı, dudaklarında bana kal cümlesi yoktu. Haklıydın, gidenler şiir olurdu, kalanlar yalnızca hatıra.

Emre


TUMBLR HİKAYELERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin