anafartanın güneyinde eski bir köyde uyanırken sabaha. Katran siyahına dônmüş bi takım yeşil üniformalı kölelerin belinde taşıdıkları korkaklığın simgesiyle usulca yaklaştığını anlayan yoldaşım heybetli bir kaçışla firarinin göğsünü çizdi. Bu kadar anlamlıydı yolumuz uğruna verdiğimiz savaş barış'a gebedir biliniz. Gün gelecek ellerimizle barışı yüzlerine çizmiş çocuklar ile koşacağız savaş yangınlarını gözyaşlarıyla söndürmüş annelerin bağrında açacağız çiçekler gibi. Ve öyle bir gün olucak ki babaların sakkallarından filizlenip öyle yükseleceğiz dağlara. Ve Unutma küçüğüm birgün güneş sadece bizler için doğacak...!
Küçük bir ordunun adaletini sağlayan bir lider olmak. Bütün ülkeye haksızlık dağıtan bir general olmaktan iyidir..!
Bilinir ki bu ülkede: adaletin mülk'ün temeli olduğu mahkeme salonlarında açıkça ifade ediliyor. Ama: daha temeli atmadan konut dikmeye çalışan nitekim yüreksiz insanların bulunduğu bu ülkede adalet kavramı malesef ki saraylı paşazadelerin dilinde. İnsan utanıyor bee küçüğüm..! İnsanlığını kaybetmiş suretlerin içinde yaşamaktan utanıyor...!
Devrime çıkan bütün yollarda ayaklarımız kesilsede yürüyeceğiz.
Bir an bile terettüt etmeden, yürüyüşümüzde hayır olmazsa bile yürüdüğümüz yolların sonu hep hayır
Zindanlarda cem sultanda olsak
Yıkılmayacağız. Mezopotamyanın yüreğinden dôkülüp: sabah ezan sesiyle, bir damla güneşle bir parça gökyüzü ve bir yudum bulut kırıntılarıyla özgürlüğün kalbine doğru kanat çırpacağız..!