2.Rüyalar

47 4 0
                                    


Hislerimize karşı her zaman dimdik ayakta duramayız değil mi? Bazen mutlaka her insanın yıkıldığı bir nokta vardır, bir zaafı. Oysaki bu zaaflar bazen bizi ölüme kadar sürükleyebilir, her şeyin bittiği noktaya getirebilir.

Herkesin zaafları farklıdır. Bazen bir sevgili, bazen bir arkadaş hatta bazen küçük sevimli bir ayıcık. Benim zaafım ise hiç yüzünü dahi görmediğim annem.

Yine ve yine o rüyayı görüyorum, her gece bana acı çektiren, beni kendimden tiksindirecek hâle getiren o rüyayı...

İsmini bilmediğim bir hastanenin ameliyathanesinde bir kadın yatıyor ve etrafında bir sürü doktor var. Kadının çığlıkları bütün hastanede yankılanıyor gibi o kadar acı çektiği belli oluyor ki ama kimse kadına yardım edemiyor. Sonra bir anda kendimi hastanenin duvarlarının önünde buluyorum. Yavaş yavaş ameliyathanenin olduğu tarafa doğru ilerliyorum tam kapının önüne geldiğimde duruyorum ve bir anda yıllar önce içimde oluşan kocaman delik sızlamaya başlıyor. Elim bir an o boşluğun üstüne gidiyor sanki acısını dindirebilecekmişim gibi ama hiçbir işe yaramıyor. Daha sonra zor da olsa kapıdan içeri girip etrafı seyretmeye başlıyorum. İçerideki doktorları, onlara yardım eden hemşireleri, oradaki her birinin bir işe yaradığını düşündüğüm milyonlarca aleti ve sonra orada yatan kadın dikkatimi çekiyor ona bakıyorum ama sadece vücudunu görebiliyorum, yüzü bembeyaz ama her defasında bana o kadar tanıdık geliyor ki sanki benden bir parça gibi. Daha sonra kadının hamile olduğunu görüyorum ve ayrıca doğum yaptığını. Sonra hastaneyi bu seferde küçük bebeğin ağlayışları dolduruyor, doktorlardan biri bebeği kucağına alıp ne yapmaya çalıştığını anlamadan benim kucağıma veriyor. Daha sonra ameliyathanede kimse kalmıyor sadece o kadın, ben ve elimdeki dünyanın en masum şeyi olan bebek kalıyoruz. Bir an bakışlarımı bebeğe çeviriyorum gözleri kapalı, o kadar masum bir şekilde gülüyor ki, dayanamayıp ben de gülümsüyorum sonra bir anda bebek gözlerini açıyor ve benim gülümsemem yüzümde donup kalıyor. Ben daha neler olduğunu anlayamadan ameliyathanede yatan kadının bir anda yüzü gibi her yeri bembeyaz oluyor ve kadın aydınlığın içinde kayboluyor. Sonra tekrar bebeğe baktığımda karşımdakinin benden başka kimsenin olmadığını görüyorum ve bu seferde acı bir şekilde benim "Hayır !" diye bağırışlarım dolduruyor hastaneyi çünkü elimdeki masum çocuk da aynı annesi daha doğrusu annem gibi aydınlığın içinde kayboluyor.

 Irmağın "Miray hadi uyan !" "Sadece bir kâbustu" gibi sözlerini duyunca bir anda sıçrayarak uyandım. Gözlerimi açtığımda karşımda Irmağı görünce ona sarıldım ve ağlamaya başladım. Şu iki günde yine ne kadar çok ağlamıştım. Oysa ki ben kimsenin yanında ağlayamazken şuan bana sarılan ve bana güven veren bu kollar gerçekten bana çok iyi hissettiriyordu. Sonra kendimi toparlayıp odamda değil de salonda halının üstünde olduğumu görünce şaşırdım ama sonra hemen hatırladım. Dün Irmakla burada uyumuştuk. Halı o kadar yumuşak olmasına rağmen her yerim ağrımıştı.

+" Saat kaç Irmak ?" diye sorduğumda ayaklanıp banyoya doğru yürüdüm.

-"10.30 canım" dedi. Ve bir an başımdan kaynar sular döküldü sandım çünkü okula geç kalmıştık ama sonra bir an okulun olmadığını hatırladım çünkü bugün cumartesiydi. Banyodan çıkınca evdeki mis gibi kokuyu takip ettim ve Irmağın mutfakta poğaça yaptığını gördüm hemen yanına gidip yanağına bir öpücük kondurdum ve pişmiş olan poğaçalardan bir tane elime aldım. Irmak " Yavaş çok sıcaklar!" dese de artık çok geçti çünkü ağzıma atmıştım bile. Anında elimle ağzıma hava yapmaya çalıştım ve mutfakta deli danalar gibi tepinmeye başladım. Benim halimi gören Irmak kahkahalarla gülmeye başladı ve biryandan da bana "Valla salaksın Miray" diye söyleniyordu. Sonra bana bir bardak su verdide öyle sandalyelerden birine oturabildim. Irmakla birlikte çok güzel bir kahvaltı yaptık ardından buzdolabının üstündeki saate gözüm takıldı. Saat 11'i 10 geçiyordu. Masadan nasıl kalktıysam artık Irmak bir şey oldu sandı.

+"Irmak geç kalıyorum işe!" dediğimde ise bana mal mısın der gibi baktı.

-"Miray daha 50 dakikan var" dedi. Ve masayı toplamaya başladı bende hızla ona yardım edip odama girdim ve dolabımdan siyah düz bir tayt, üstüne de uzun salaş bir tişört giydim saçlarımı da yandan ördüm. Sonra Irmağı öpüp evden çıktım. Bir yandan yürüyüp bir yandan da haddim olmasa da insanları değerlendiriyordum. yani giyim tarzlarını, yürüyüşlerini hatta ve hatta düşüncelerini çünkü insanların duygu ve düşünceleri kendileri fark etmese de dışarıdan çok belli oluyordu. Yine bu düşündüğüm şeylerle zihnimi doldururken bir anda arabanın korna sesini duydum ve hızla kendimi karşıya attım. Ah tabiki de ne bekliyordunuz ki birisi benimi kurtaracaktı hiç sanmam. Çünkü bu yaşıma kadar her şeyimi tek başıma yaptım. Birde Irmağın sayesinde. Kırtasiyenin önünde sokak kedisine süt veren Ali amcayı görünce gülüşemeden edemedim. Gerçekten de Ali amca tanıdığım en iyi, en temiz kalpli insanlardan biriydi ve hayvanları da gerçekten çok seviyordu. Yanına gittiğimde kediyle ilgilendiği için beni hiç fark etmedi bile.

-"Merhaba Ali amca!" diye seslendiğimde başını bana çevirip buz mavisi gözleriyle, içimi ısıtan bir bakış atıp bana

+"Merhaba cimcime" dedi. Evet Ali amcam bana hep Cicime der. Ve o böyle söyleyince içimde kelebekler uçuşmaya başlar. Ali amcayı kendimi bildim bileli tanırım benim öz amcam gibidir. Her zaman benimle ilgilenmiştir. Hatta iş aradığımı söyleyince "Ben ne güne duruyorum cimcime" diye sitem edince onun yanında kırtasiye de çalışmaya başladım. Bu kırtasiye Ali amcanın kaç yıldır burada, aynı yerinde duruyor. Ve gerçekten bir çok müşterisi var.

İçeri girip çantalarımı felan bıraktım ve hemen kitapların olduğu bölüme geçtim. Çünkü burası benim gerçek yuvam gibiydi. Kendimi huzurlu hissettiğim ikinci evim. Bu kırtasiye de o kadar çok kitap var ki buraya ne zaman gelsem kitapların saf ve benim başımı döndüren kokuları arasında kayboluyorum ve yine bura da kitaplarla birlikte nefes alabiliyorum. 

Gökkuşağının Siyah TonuUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum