3→Boşluk ★

3 0 0
                                    

Yolda çaresizce yürüyordum. Nereye gittiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Berkant'tan bir haber bekliyordum. Korkuyordum. Ona da birşey olur diye korkuyordum. Yolda çaresizce yürürken beni bu düşüncelerimden kurtarmak istercesine telefon çaldı. Arayan kişi Berkant'tı. Kardeşimden bir haber gelme sevincine kapılarak aniden telefonu açtım.
"Alo...alo...Berkant?"
Berkant beni aramıştı ama ses vermiyordu. Korkuyordum.
"Berkant? Ne oluyor? Iyi misin? Ses ver!" Allah'ım deli olmak üzereydim. Bu dünyadaki en kötü şeydi.
Nerede olduğumu bilmeden olduğum yere oturdum ve telefondan ses gelmesini bekliyordum. Ses gelmiyordu. "Berkant?"
Bir süre daha böyle bekledikten telefondan cızırtıya benzer sesler geliyordu. "Ahsen...Ahse...Ölüyoru..."
"Berkant! Berkant!"
Birden telefonun ucundan bir patlama sesi geldi. Bana ölüyorum diyecekti. Anın şokuyla bağırmaya başladım. "Berkant! Berkant! Ses ver! Iyi misin? Yaşıyor musun?!"
Kardeşimden sonra onu da kaybetmeye dayanamazdım. Berkant benim için değerliydi. O Esen için değerliydi. Onun için değerli olan herkes, benim için de değerliydi.

Kendimi kaybetmiştim. Delicesine ağlıyordum. Ne yapabilirdim ki? Elimden ne gelirdi? Sevdiğim insanları kaybetmek berbat birşeydi. Esen'den sonra Berkant'ı da kaybedemezdim. Onu bulmam lazımdı. Tekrar aramak için telefonun kilidini açtım. Berkant'ı rehberden buldum ve aramaya başladım. Telefondan sinyal bile gelmiyordu. Bağırmak istiyordum. Çığlık çığlığa haykırmak istiyordum. Bunun sonunu bekliyordum.  Canımı yakan bu acıların sonunu bekliyordum.

Bir banka oturdum. Belki bir haber gelir umuduyla. Kafamın acilen dağılması lazımdı. Etrafı incelemeye başladım. Akşam karanlığı gökyüzüne iyice çökmüştü. Sokak lambaları gecenin karanlığına meydan okumak istercesine parlıyordu. Bulunduğum ortam pek de ıssız, sakin değildi. Etrafta dolaşan, kendi hikayelerinin kahramanları olan insanlar vardı. Benden tahminen üç yüz metre kadar uzaklıkta bir göl vardı. Gölün etrafını canlı bir hâle getirmişlerdi. Nisan ayındaydık ve insanlar üzerinde kalın olmayan kıyafetler giyiyorlardı. Bir an üzerimde ne olduğunu unuttum ve bakışlarımı üzerime çevirdim. Altımda kot bir pantolon vardı. Çok dar giymeyi sevmezdim ama bugün bu pantolon benim sevdiğimin aksine dardı. Ayağımda bir çift spor ayakkabı vardı. Üstümde gri sade bir tshirt vardı. Ellerimi saçlarıma götürdüm. Saçlarım şehrin yorgunluğunu üzerinde taşıyordu. Açık ve dağınıktı. Kahküllerim terli olduğum için alnıma yapılmıştı. Saçlarım omzuma geliyordu ama şuan tıpkı benim gibi onlar da yıpranmıştı. Bedenim günlerin yorgunluğuyla ayakta durmayı hâlâ nasıl başarabiliyordu? Hava hafif esintiliydi. Uşümüyordum. Üzerimde ince de olsa bir kazak vardı. Siyahtı. Tıpkı şuan ki ruh halim gibiydi.
Bir ses yoğunluğuyla yerimden sıçradım. Kafamı korkuyla kaldırdığımda ileride, gölün tam üstünde bir renk cümbüşü yaşanıyordu. Havai fişek geceyi karanlıktan kurtarıyordu. Ardı ardına geceyi istediği renge boyuyordu. Sarı...
Mavi...
Yeşil...
Turuncu...
Kırmızı...

Kafamı bu geçici güzelliği seyir eden insanlara döndürdüm. Benim oturduğum bankın sağına baktığımda bir çift gördüm. Kızın gözleri gülerek bu güzel görüntüyü seyrediyordu. Oğlan ise yanında oturan kızı seyrediyordu. Kız gözlerini gökyüzünden ayırmıyordu. Oğlan ise kızı gözleri gülerek seyrediyordu, belli ki havai fişek onun umrunda değildi. Gözlerimi birbirine kenetli olan ellerine kaydırdım. Sımsıkı tutuyorlardı birbirlerinin ellerini. Oğlan, kıza o aşk dolu bakışlarının altında başka bir şeyler daha anlatmak istiyordu sanki. O gözler güven vermek ister gibiydi. Oğlan, kıza gözleriyle ellerinin asla birbirinden kopmayacağını, hep böyle kenetli olacaklarını anlatıyordu. Bu güzel görüntü karşısında büyülenmiştim. Belki de ilk defa bir çifti bu kadar dikkatli imceliyordum. Yüreğime ışık tutmuşlardı. Boğulmalarım birkaç dakikalığına da olsa dinmişti. Gözlerim benim biraz uzağımda oturan, eli cebinde, telefonuyla ilgilenen, on altı- on yedi yaşlarındaki gence takıldı. Sürekli bir şeyler yazıyordu. Belki de bir kız arkadaşıyla mesajlaşıyordu. Birden sinir dolu bir hareketle telefonunu kapattı ve cebine attı. Başını benim olduğum tarafa çevirdi. Ona baktığımı anlayacaktı ama umursamadım. Bir süre çekinir gibi bana baktı daha sonra önüne döndü. Ben de daha fazla onu rahatsız etmek istemediğim için önüme döndüm. Hâlâ havai fişekler insanlara o güzel görüntüyü armağan ediyordu. Onları izlemeye koyuldum.
"Abla durgun görünüyorsun."
Başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Daha demin baktığım çocuktu. "Dertleşmek istersen anlat, dinlerim."
Çocuğun söylediği şeyle şaşırmış olsam da tebessüm ettim. "Sağol ablacığım ama tanımadığım kişilere derdimi anlatmak gibi bir huyum yoktur. Yine de sağol."
Genç ensesini kaşıdı. "Emin ol abla, insan tanımadığı kişilere derdini anlatınca daha rahat hissediyor. Dene  istersen. Benden sır çıkmaz. Hem seni tanımıyorum ki, kime anlatabilirim?"
Gözlerimle genci biraz süzdüm daha sonra gözlerimi gözlerine diktim.
"Küçük adam istersen sen anlat bana derdini. Iyi bir dinleyiciyimdir. Emin ol benden de sır çıkmaz," dedim ve göz kırptım.
Derin bir nefes aldı ve arkasına yaslandı. "Abla ilk ben anlatabilir miyim? Çok doluyum da."
Ben de gence döndüm. "Tabiki, dinliyorum. "
"Abla benim sevdiğim bir kız var. Klasik şeyler işte. Anlarsın ya. Kız bana deli divane aşık olduğunu söyledi ama ama şimdi hiç pas vermiyor. Az önce onunla mesajlaşıyordum. Bana diyor ki; ben seni hiç sevmedim, uzak dur benden. Abla nasıl yapayım söylesene. "
Bu gençle konuşmak bana iyi gelmişti. En azından kafamı dağıtıyordum. Aklıma birden Berkant geldi. Acaba durumu nasıldı? Genci dinlerken bir taraftan da telefonu açtım ve Berkant'ın numarasını çevirdim. Kulağıma götürmeden aradım. Yine sinyal yoktu. Berkant'a mesaj yazma fikri geldi aklıma.

VİRANEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin