Nefes nefese sınıfa girdiğimde herkes bana baktı demeyi isterdim. Ama filmlerdeki gibi olmadı. Bir Allah’ın kulu kafasını çevirmedi yahu! Burda dizim acıyor, bir bakın, ne oldu deyin. “Ne bekliyorsun olum? Kırmızı halı mı sersinler? Sınav varmış sen çalıştın mı bakayim?” İç ses, ne oldu sana? Anneeee çık içsesimin içinden.
“Alın hocam. Ödev”
Dedim elimdekini göstererek. Mehmet hoca kafasıyla garip bir işaret yaptı ve bende masasına bırakıverdim ödevi. Madem bu kadar değersizdi hocam, bir açıklasana bana niye çektirdin bu kadar? Bir ceylan(!) misali seke seke Asu’nun yanına gittim. Kırmızı gözlüklerini düzeltti ve yine o çok bilmiş bakışlarından birini attı bana:
“Pişik mi oldun sen?”
Dedi anırarak! Tamam, dalga geç bir şey demiyorum ama anırma yani. Bunu duyan biricik sınıf arkadaşlarım kahkahalar atmaya başladı. Bu sırada biri omzumu parmaklamaya başladı. Hayır yani, madem dürteceksin yavaş ol. Ne diye deşiyorsun ki omzumu.
“He sülo? Ne istiyon?”
“Kanka sınav var biliyon di mi? Geçersin bir kıyak be kızım.”
Gözlerimi devirdim. Evet, evet biliyorum çok şaşırdınız ama zekiyim arkadaş. Einstain’in kayıp dölüyüm ben. Ama çok mütevaziyimdir. Övünmekten hoşlanmam(!) “Yalan söyleme lan. Sana tuttuğumuz günah defteri için kaç ağaç kesiliyor haberin var mı?” Aman be! Şeytana bak. Cehennemde sıcak basıyor herifi ,geliyor yanımda serinliyor.
“Soru başı 1 liranı alırım kanka.”
“50 kuruş olsa bacım ya.”
“Valla kurtarmaz. Bize geliş fiyatı böyle.”
“Aman be tamam”
Zaferle gülümsedim. Yine öğle yemeğini çıkartmıştım birilerinden. Kalanıyla da çikolata krizine girerdim artık. Sonra yüzümdeki sivilceleri falan patlatırdım. Fantezi işte.
Hocanın önüme koyduğu matematik sorularına baktım bir süre. Şu kağıda adımı yazıp boş vermeyi ne kadar da istiyordum. Filmlerdeki çocuklar öyle yapınca çok tarz oluyorlardı. Arkamdan birkaç fısıltı geldi. Bir bıraksaydın soruları çözeydim be Sülüman.
“Lan ben böyle trigonometrinin! Napcam lan ben bu üçgeni?”
“Dur kanka sakin. Ben çözer veririm ötekilere uğraş.”
Bu muydu lan anlamadığın? Soruyu birkaç saniyede halledip diğerlerine geçtim. Sınavımı tam olarak bitirdiğimde dijital saatime bir göz attım. Daha 10 dakika mı olmuştu yani? Beni kontrol etmeye çalışan Serap hocaya bakıp gülümsedim. Oda bana gülümsedi ve diğer öğrencileri kontrol etmeye başladı. Bu boşluktan yararlandım ve Asu’nun not defterinden bir yaprak kopardım. Hayır hiç izin almam. Onun eşyası benimdir, benimki yine benimdir. O kadar.
Birkaç sorunun cevabını yazdım ve rahat bir şekilde arkamı döndüm.
“Sülo selpak versene. Burnum aktı.”
Ehh tabi dikkat çekmemek için o bana selpak kutusunu verirken yeri incelemeye başladım. Amacım “Bakmıyorum hocam, sümüğüm aktı sadece!” görüntüsünü vermekti. Elindeki Mentollü mendil kutusun aldım ve önüme döndüm. Hocamın anlamaması için içerisinden bir tane aldım ve çaktırmadan kopya kağıdını içine koydum.
Kaş göz işaretiyle Süleyman’a verdikten sonra iğrenç bir şekilde burnumu sildim. Ayağa kalkıp sınav kağıdını verdim ve Asu’ya fısıldadım. “Kanka ben bizim kafedeyim. Beş dakkaya gel.” Kafasını sallayıp son sorusunu çözmeye devam etti.
Kafeye girdim ve Muhammed abiye başımla selam verdim. “Niye erken çıktın kız?”
“Sınav vardı abi. Var mı pizzan?”
“Var tabi. Dur ısıtayım. Hani öteki sıpalar?”
Sandalyemi çekip oturdum ve Muhammed abiye cevap verdim: “Gelirler abi birazdan”
“Abi Asu’ya da bir döner hazırla. Sebze koyma. Mayonezi bol olsun.” Kafasını aşağı yukarı salladı. Asu kaç yıllık arkadaşımdı tabi neyi nasıl yediğini de iyi biliyordum.
Ayaklarımda ki büyük ağrıyla kendimi dolmuştan sürükledim. Arkadaş hem dizimi soymuştum, hem de ayağımı burkmuştum. Artık karar vermiştim; kesin ilahi bir varlıktım ben. Evin kapısını belirli bir ritimle çalmaya başladım. Kapıyı açan annem:
“Geldin mi kızım?”
“Yok anne gelmedim daha!”
Gözlerini devirdi ve salona geri döndü. Git anne! Sende git. Yalnızlığımla yalnız bırakın beni…
Siyah, beyaz ayıcıklı pijamaları giydikten sonra elimi yıkamaya gitmiştim ki annem seslendi: “Mercimek köftesi yapacağım Selin. Git marketten yeşil soğan al.”
“Öf be anne. Üstümü değiştirmeden söyleseydin şunu.”
“Böyle in kızım olmaz bir şey. Bak yeşil olcak soğan, geçenki gibi kuru soğan olmasın”
“He anne tamam.”
Dedim oflayarak.
“Anneye of denmez”
Gibisinden söylenen annemi geride bırakarak kapıyı kapadım. Seviyordum lan pijamayla sokağa fırlamayı. Herkes size bakıyordu ama mahalledeydik sonuçta. Böyle inmem anormal karşılanmazdı.
Manavın başında duran ablaya seslendim.
“Abla yeşil soğan alcam ben.”
“Ne kadar?”
Evet, annem bunu söylememişti.
“Ver abla bir şeyler. Sen anlarsın. Mercimek köftesi yapcakmış.”
Kadın tatlı bir şekilde gülümsedi ve kafasını sallayıp poşete yeşil soğanları koydu. Ücreti ödedikten sonra mutlu mesut evime dönüyordum. Ellerinde bira şişeleri, kahkaha atarak garip hareketler yapan grup dikkatimi çekti. “İçecekseniz, neden bizim evin önü? Bir açıklasana .s.s” İç sesime göz devirdim ve topallamaya devam ettim.
“Kanka dün akşamki sebi gelmiş. Sana piç dediğimde dişimi kırmıştın lan. Hiç takmadın şunu”
Dedi beni göstererek. “Nefes al Selin, sakinleş. Apartman hemen şurda, zorla kendini.” Saol şeytan be. Ordan seslenmesi kolaydı tabi.
“Neresini kırayım lan bunun. Ölüp başıma kalmasın diye susuyorum Çağlar. Kes sesini”
Hadi Çağlar sende söyle şu mavişin ismini. Boşuna hayatımı tehlikeye atmış olmayayım.
Çağlar kafasını salladı. SADECE KAFASINI SALLADI! Ehh. Bu kadar atraksiyon fazlaydı benim için. Cebimdeki anahtarla kapıyı açtım ve hemen kapadım. Neden bu pijamaları giymiştim ki? Ahh ayıcıklar…