< 2. Bölüm >

22 4 3
                                    

"Rüya? İyi misin? Ne denizi ne sörfü ne dalgası?"
"Lanet olsun!"dedim ve direk sınıfa ilerledim.
"Rüya! Nereye?"dedi arkamdan Duygu. Ona cevap vermek için arkamı döndüğümde birime çarptım. Ve kahve olduğu gibi üstüne döküldü.
"Ah!!!" Kim olduğuna bakınca şaşkınlığımı gizlemeye çalışsam da içimdeki arkadaşın 'ya gizleme sal kendini' demesiyle gözlerimi faltaşı misali açılıverdi. Karşımda dünkü ego ve onunla çok güzel uyum sağlamış kahvem vardı. Pişman mıyım? Hayır!
"Ne yaptın! Az önüne bak! Yandım burada!" Her ne kadar kalan kahvemi başına dökmek istesem de yapmamayı yeğledim. Eh! Sonuçta benim hatam.
"Tamam ya sakin ol."
"Ne sakin olacağım! Dün yetmedi bir de bugün seni çekiyorum! Ne bitmez çilem varmış ya! Sen beni mi takip ediyorsun?"
"He gerizekalı seni takip ediyorum! Seni tipin takip ediyor kaçırmadan yakala onu! Burası benim okulum. Hem bence yakıştınız kahveyle. Dün birşey yapmadım bak demek ki çekeceğin varmış da kahveyle kurtardın. Fazla zırvalama da üzerini değiştir yada kahveyle az daha takıl. Çok uyumlusunuz."dedim ve kahve bardağını çöpe atarak kalabalığa döndüm.
"Dağılın sizde!" Aslında ayı mı oynuyor diyecektim ama vazgeçtim. Çünkü yanımdaki tam bir ayı! Kalabalık fısıldaşarak dağılmaya başladı. Bende sinirle sınıfa girdim. Sırama oturdum fakat bir tuhaflık var. Arkamı döndüğümde tanımadığım bir çantayla karşılaştım.
"Kimin lan bu!?"dedim çantayı kaldırarak. Kimseden tık çıkmadı. Kapıdan hızla giren o çocuk hızla bana doğru yürüdü.
"Şimdi de çantama mı sardın?" Çantaya tiskinç bir şekilde bakıp
"Senin mi bu?"dedim ve kendine ittirdim.
"Evet benim."dedi ve elimden hızla çantasını aldı.
"Ne işi var sıramda?"
"Nerden bileyim senin sıran olduğunu? Tek boş sıra bu."dedi eliyle sıramı göstererek.
"Hayır dolu." Aslında boş. Duygu bir arkamda oturur. Bende önde yalnız. Biraz dağınığımdır da. Tamam tamam. Baya dağınığım.
"Boş gözüküyor."
"Ama dolu."dedim ve yanıma gelmekte olan Duygu'nun kolunda çekip sıraya oturtum.
"Bak dolu."dedim Duygu'yu göstererek.
"N'oluyor be!"dedi Duygu. Tabi bir şey bilmiyor, bir de kendisini çekip oturtunca kız şaşkın.
"Sen burada oturuyorsun."
"Yo! Arkada oturuyorum."dedi. Salak bu kız ya! Arkadan çantasını bir hışım alıp kucağına attım.
"Şimdi oldu mu?"dedim. Sabır çekip çantasına baktı. Sırama oturdum ve kulaklığımı taktım. Ketty Perry'nin Wide Awake adlı şarkısı dinlemeye başladım. Zil, benim şarkı dinlememi engellemeye çalışır gibi o iğrenç 'nını nınınını nınını nı!"çaldıktan beş dakika sonra okulla ilgili her boku bilen Ilgın'a doğru dönüp kulaklığımı çıkarttım ve koluna bir çimdik atıp
"Kız Sarı! Hoca nerede?"
"Adım Ilgın!"dedi kolunu ovuşturarak "Doğum iznine ayrıldı." Ilgın, sarı saçlı olduğundan ben ona sarı diyorum. Yani Duygu gibi İrem'e İroş demek yerine Ilgın'da olan bir özelliği söylüyorum. Sarı. İrem demişken
"İrem nerde?"dedim Duygu'ya dönerek.
"Bilmem."dedi ve arkasını dönüp yeniyle konuşmaya başladı.
"Ee! Adın ne?"
"Bora. Bora Soykıran."
"Ünlü Soykıran Holding'in sahibinin oğlu mu?"
"Sanki bilmiyordun."dedim Duygu'ya dönerek. Koluma bir çimdik attı.
"Konumuza dönelim."
"Konumuz neydi ki?"
"Rüya!"
"Demek bu belanın adı Rüya."dedi Bora.
"Evet adım Rüya. Niye beğenmedin mi?"
"Yo! Aslında kabus olsaymış daha mantıklı olurmuş."
"Aynen salakcığım."dedim ve saate baktım. O sırada Melek aradı.
"Hı?"
"Ablacığım. Ne yapıyorsun?" İşte Melek böyle dedi mi korkacaksınız. Ya birşey yaptı ya birşey isteyecek.
"Beni ne yaptığımı sormak için mi aradın Melek?"
"Hayır tabiki de canım ablam. Ben birşey isteyeceğim."
"Hayır. Dolabımdaki kırmızı deri ceketi alamazsın."
"Yo onu değil. Ben şeyi isteyecektim."
"Neyi?"
"Ya bugün derneğe gideceğiz de senden annemin aldığı elbiseyi istiyorum." Telefonu kulağımdan çekip
"Sabır! Sabır!"
"Ne diyor küçük şeytan?"
"Ne diyecek Duygu? Benden annemin aldığı elbiseyi istiyor." Duygu kıkırdamaya başlayınca
"Sakın güleyim deme."dedim ve telefonu kulağıma dayadım.
"Şöyle Duygu'ya onu duydum."
"Bir, Duygu değil Duygu Abla. İki, o elbise senin için çok büyük ve bir dernek gezisi için çok ağır. Üç, ben onu geri verdim. Ve dört, sakın odama girme."
"Ne verdin mi?"dedi kulağıma kastı varmış gibi. Aslında... Neyse.
"Evet verdim."
"Abla ya o cânım elbise verilir mi ya?"
"Kapa telefonu Melek."dedim.
"Off!!!"dedi ve kapadı. Öyle bir of çekti ki rüzgarı kulağıma kadar geldi.
"Ne yapacakmış elbiseyi?"
"Okul dernek gezisine gidiyormuş. Daha geçen gittiler."
"Hangisine?"
"Bilmem. Onu söylemedi."
"Okula bak be! Geziden geziye. Bizimki hayvanat bahçesine zor gidiyor."
"Hayvanat bahçesine ne gerek var. Burada öküzünden ayısına kadar hepsi var."dedim ayı kelimesinde Bora'ya bakarak.
"Neyse! Sen neden buraya geldin Bora?"
"Babam fazla alaycı olduğumu söyledi ve ceza olarak beni buraya yazdırdı."
"Neden böyle düşünmüş ki?"dedi Duygu. Ay bu kızın halleri öldürecek beni!
"Haklıymış."
"Bana bir lise seç dedi
Ben de burayı seçtim."
"İyi yapmışsın."
"Sanki başka lise yoktu."
"Sende her lafımı dipnot etmesene!"
"Aman iyi!"dedim.
"Siz nasıl tanıştınız?"
"Levye sayesinde."
"Levye?"
"Ya sen ona bakma Duygu. Ben ve Rüya-" Cıkladım.
"Sen, ben ve levye."
"Hay levyene! Ya ben gidiyordum."
"Yavaş yavaş."
"Neyse. Sonra ben sellektör çaktım. Sonra bu aşağıya indi. Sonra da levyeyle beni tehdit etti. Bu kadar."
"Ne güzel."
"He çok güzel. Bora, ben ve levye. Bir de haydar olaydı keşke."dedim. Ders bitince Duygu'yu eve bırakacaktım ki
"Kafeye gidelim mi?"dedi.
"Gidelim. Hangisine?"
"En sevdiğimize." Kafeye sürdüm. Oturduk. Bir gardon yanımıza geldi.
"Bana bir kahve. Sen Duygu?"
"Portakal suyu."
"Bir kahve, şekersiz. Bir de portakal suyu."
"Hemen efendim."dedi ve gitti.
"Gel selfi çelinelim."
"Git ağaçla çekin."
"Hadi Rüya ya."
"Bir yerde paylaşırsan seni iki kaba eşit paylaşırım."
"Tamam."dedi ve bir fotoğraf çekti.
"Az gül!"dedi isyankar arkadaşım. Sen gül! İki işaret parmağımı dudağımın kenarına götürerek yukarı doğru kaldırdım.
"Şimdi nasıl?"demeye çalıştım.
"Ha ha ha!"dedi alayla.
"Hayatında bir kere de olsa gül be kızım. Sürekli somurtuyorsun. Yada sinirleniyorsun. Az sakin ol. Ben senin sinirden güldüğünü bile görmedim."
"Benim gülmeye ihtiyacım yok. Ama sen doyasıya gül. Sana çok yakışıyor. Hem ben olur olmadık herşeye kikirdemem."
"Tamam. Gülmezsim anlarım. Ya anlamasam da takmam.( bu sırada siparişler geldi ve ben garsona kafamla teşekkür ettim.) Biraz süslen. En azından renkli bir şey giy. Kahverengi bile giymiyorsun. Ya siyah ya kırmızı. Hıh! Kırmızı da kırmızı olsa. O ne öyle kan kırmızısı. Seri katiller gibi aynı. Çok kolay bir hareket gülmek. Az mimiklerini oynatsan yeter. Halbuki senin gibi güzel bir kız az gülse bak bakalım ne oluyor?"
"Hayatımın ufak bir özetini yapmayı bitirdin mi?"
"Kime diyorum ki?"dedi portakal suyundan bir yudum aldı.
"Nasıl buldun yeni çocuğu?"dedi kendini portakal suyundan alarak.
"Gıcık. Nefret ettim diyebilirim. Biraz şımarık."
"En büyük aşklar nefretle başlar."dedi saçını parmağına dolayarak.
"En büyük kavgalar bir yumruğa bakar."dedim elimi yumruk yapıp ona göstererek.
"Ömürsün!"dedi ve ayaklandı.
"Gidelim artık." Hesabını ödeyip çıktım. Onu evine bıraktım. Yatağa uzanıp öylece sevgilim tavanla hasret giderirken birden dalan Duygu tüm romantik anı bozdu. Tam bir profesyonel.
"Yok artık ama! Bingonun ahırı mı burası!?"
"İ-irem k-kayıp!"

DENEK: Karanlıktaki GölgeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin