Tam gaz merdivenlerden çıktım, gereğinden fazla bir güçle odamın kapısını çarptım. Kıyafetlerimi çıkardım ve kıvrımlarımı mükemmel bir şekilde saran ve hatta biraz göğüs dekoltesi olan ince, siyah bir elbise giydim. Eğer bu işkenceyi yaşamak zorundaysam iyi görünmeliydim, değil mi?
Ayağıma zarif, gösterişli topuklularımı geçirdim. Bir kat daha rimel ve tozpembe ruj sürerek makyajımı tazeledim. Aşağıda edilen muhabbetin zayıf bir yankısı geldi kulağıma. Derin bir nefes aldım, omuz kaslarımı gevşettim, olacaklara kendimi hazırladım. Uyuşuk bir şekilde merdivenlerden indim ve mutfağımızdaki küçük gruba katılmak için mutfağa yöneldim. Ve evet, Riley beyaz tişörtü ve düşük belli bej pantolonuyla kendini gösteriyordu. Elinde uzun bir bira bardağı tutuyordu ve tezgaha yaslanmıştı.
Onu görünce aklımdan tek bir kelime geçti: Seksi! Bu aptal düşüncem yüzünden elimle alnıma vurdum. İçeri girdiğimde onun egoistik varlığını görmezden gelerek bakışlarımı ondan uzaklaştırdım.
Bob, komşularımızdan biri, geldi ve kendi kendine -bana sorarsanız kesinlikle aptalca bir şekilde- kıkırdayarak sol kolunu dikkatsizce ve hafifçe omzumdan sardı.
“Bak iki ayda nasıl da büyümüş!” diye bağırdı porto şarabından bir yudum alırken. Porto şarabı? Akşamın bu erken saatlerinde? Tam onu sorgulamak üzereydim ki Riley’nin annesi bana doğru geldi. Riley’nin annesi olduğunu anlamak zordu. Birbirlerine hiç benzemiyorlardı.
Riley’nin kirli sarı* ve kıvırcık saçları hafifçe kalkıktı ve dik yüz hatları vardı. Annesinin gümüş sarısı düz saçları ise gururlu ve züppe suratını çerçeveliyordu. Riley’nin güçlü yeşil gözleri varken annesininki düşmanca bir kahverengiydi. Bana bizim okuldaki klişe bir amigo kızı, Sherry Plum’ı hatırlatıyordu. Tahmin edebilirsiniz ki Sherry, Riley’nin sürekli değişen, onun gizlice gözetlemeniz için size tam anlamıyla ağlayan kız arkadaşıydı. Ne acınası!
Saçımı dikkatsizce savururarak annesine tatlı bir şekilde gülümsedim. O sahte bir şekilde bana gülümserken tereddütle bana uzattığı bakımlı ellerini sıktım.
“Ben Maggie.” diye tanıttı kendini. Sesi sertti ve bana tırnağınızı tahtaya sürttüğünüzde çıkan tiz sesi hatırlatıyordu. Şeytani bakışları yüzünden titrerken güvensizce başımı salladım.
“Ben Jade.” dedim sessizce. Elimi daha güçlü sıkmıştı ki bu beni memnun etmişti. Maggie’nin yanında güçsüz kaldığımı fark edince onun kitabına uyarak kibarlıkla “Tanıştığıma memnun oldum,” diye ekledim.
“Ben de memnun oldum.” Sert gözleri, sözlerinin aksine kısılmıştı. Belki gerçekten Riley’nin annesidir, diye düşündüm. Bu düşünceyi asla biriyle paylaşmaya cesaret edemezdim.
“Ben John.” dedi bana doğru gelen kaslı bir adam. Gözleri Riley’ninki gibi keskin bir renge sahipti ama saçları neredeyse siyahtı. Adam onların aksine korkutucu değildi, geniş ve bulaşıcı bir gülümsemesi vardı. Riley’nin en azından bir iyi ebeveyni olmasına mutlu olmuştum.
“Jade, seni görmek güzel.” Samimi ve kibar bir şekilde selamladım. Geleneksel olarak el sıkıştık. Göz ucuyla Riley’nin beni izleyip sırıttığını gördüm, gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Onun yerine kaşlarımı çattım. Bunu fark etmesine rağmen o sırıtış yüzünden gitmedi. Sinirle dişlerimi gıcırdattım.
“Jade, oğlum Riley’yi tanıyorsun, değil mi?” diye sordu John. Başımı salladım, kaba görünmemek için hafifçe gülümsedim. Tabii ki oğlunu tanıyordum. Okulda yaşamımı cehenneme çeviren kişiydi o. Ve şimdi evimdeydi.
“Evet,” diye cevapladım. Riley kollarını açmış, bana geliyordu. Ne yapacağını anladığım için dizlerimin bağı çözülüyordu.
“Jade!” diye hevesli bir şekilde bağırdı ve kollarını bana sardı. Dişlerimi sıktım ama yine de ona sarıldım. Yağmurun durmadan cama çarpması beni sinir ederdi, aynı sinir bozuculuk sarmıştı beni şu an.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jerks Like You (Türkçe Çeviri)
ChickLitGüzel yeşil gözleri isteklice bana bakıyordu. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Dizlerimin bağı çözülüyordu, kekeliyordum ve cümle kurmaya çalışıyordum. Yapamıyordum. Umutla doluyordum, belki de yıllardır ilk defa onun için daha fazla şey ifade et...