BÖLÜM 11 "Ezberbozan"

9.8K 522 241
                                    



🔹



Hayat, ölümle sınırlandırılmış; her halükarda kıymetinin bilincinde olmamız gereken olaylar zinciriydi bir bakıma.

Hayat, tabanı bal ile bezenmiş bir kavanozdu aslında. Yaşamımızın zorluğu, acılarımız, üzüntülerimiz, verdiğimiz imtihanlar ise kavanozun boş kalan kısmıydı. Bütün zorluklara göğüs gerdiğimizde, bütün sıkıntıları yaşayarak bitirdiğimizde dibindeki bala ulaşıp bir parmak bile olsa tadına varabiliyorduk. Kendi balının tadına bakan insan, sabırla olan savaşını kazanıyordu. 
Tadına bakmak şöyle dursun; kavanozun dibinde bal olup olmadığından birhaber olan insan ise daha  en başından kaybediyordu.

Ben hayatın başındaydım, ve kavanozum ağız dolusu sıkıntılarla kaplıydı. Balın tadına henüz bakamasamda; an itibariyle bir kısmını görebilmiştim. Acılarımın yarısından çoğunu boşaltmış ve ölmeden bir parmak bala ulaşabilmiştim.

Bunu dün gece tam anlamıyla teslim olduğum adam ile beraber başarmıştım. Mantığımı, göğüs kafesine hapsetmiş; ve geriye sadece kalbimin kıpırtılarını bırakmıştı.
Kim kalbine söz geçirebilmişti ki, ben geçirebilecektim?
Bir cenge girmiştik ve tek rakibim Altemur'du.
Ödül ise kalbimdi. Ancak kalbim, daha ilk savaşta seçimini yapmıştı.
Arsızlaşan kalbimi, karşımda bu denli güçlü bir rakibim varken nasıl yenebilirdim?

Bu adamı tam anlamıyla tanımıyordum. Bu adamın acılarını bilmiyor, ruhunu alıp karşıma konuşamıyordum. Ancak bütün bunlara rağmen, kalbim kalbini tanımıştı.
Kalbim, bütün kuralları ve gerekçeleri hiçe sayarak onun kalbiyle buluşmuştu.

Ancak irislerinden akan katran, kalbine de bulaşmış olmalıydı ki; güçlü kalbi, benden büyük bir istekle arınmayı talep ediyordu.

Hayatımın sonuna kadar katrana bulanmış kalbini, gözyaşımla durulayacağımı biliyordum.

Birbirine tıpkı bir kelepçe gibi geçirilmiş kirpiklerimi, huzurun koynundan sıyrılmak istemeyerek araladım. Sanki şu an bile yanı başımdaymış gibi hissetmem dünyanın en tuhaf durumu olmalıydı. Üzerimdeki ince pikeye daha da sıkı sarındım ve gözlerimin önünden geçen film şeridini tekrar tekrar engel olamadığım tebessümümle izlemeye koyuldum. Kulaklarımda yankılanan fısıltılar bir tek ona aitti. Başka hiçbir şeyi duymuyor gibiydim.
Mezarlığın dış kapısında yaşadıklarımıza halen inanmakta güçlük çekiyordum. Alnıma bastırdığı yumuşacık dudaklarını çektikten sonra beni Haluk amcanın arabasına bindirmiş, ve Haluk amcaya verdiği kısa bir baş selamı ile oradan ayrılmıştı. Haluk amcayı tanıyor muydu, yoksa kaba olmamak adına mı selam vermişti anlayamamıştım. Haluk amca bir şey sormamıştı, ve benimde günün getirdiği yorgunlukla sormaya mecalim kalmamıştı.

Kafamdaki düşünceleri savuşturduktan sonra banyoya doğru yöneldim.  Kendimi fazlasıyla yorgun, ancak kalbimi ise bir o kadar dinlenmiş hissediyordum. Eğer dün gece Haluk amca gelmeseydi; geceyi büyük ihtimalle hastanede geçireceğimi adım kadar iyi biliyordum. Tehlikeye koşarak atlama huyumdan hiçbir zaman vazgeçememiştim.  Vazgeçebileceğimi de sanmıyordum...

Banyoda temel işlerimi hallettikten sonra kapının sesi ile yönümü koridora doğru çevirdim. Zil sesine alacaklı gibi kapının yumruklanması da katıldığında gelenin mor kafa olduğunu anlamıştım.

Kapıyı sinirle açtıktan sonra, tam içeri adımını atacakken kapıyı suratına kapattığımda sinsi sinsi sırıtmaktan kendimi alamamıştım. Kapının ardından acı ile haykırma sesini duyduğumda, yüzümdeki sırıtışı anında silip korku ile kapıyı açtığımda, Açelya kıkırdayarak içeri daldı.

KATRAN KARASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin