Gelişme

3 0 1
                                    

Dişimin kavuğuna yetmeyen tek kadeh viski sonrası, üst üste belki dört en fazla beş adet film izledim. Yok ettiğim saatler boyunca, havanın kararması dışında değişen bir şey olmadı. En azından azalan ışık ile etrafı daha az görmeye başlamıştım, bu da kendimi daha az yargılamamı sağlamaktaydı. Sonuncu film arkası uyku dolu kalktım. Biraz acıkmışım. Açlığı bastırmak için koca bir bardak su içip yattım. Uyumadan veri olsun diye de saate baktım: 12:13. İftihar etmek gibi olmasın her gece kaçta yattığımı ve her sabah kaçta kalktığımı bilirim. Uyuma ve uyanma saatlerimin ağırlıklı ortalamalarına bakılırsa da, kış mevsiminde "ayı" tek rakibim.

...

Saat eldelerini düşünürken uyuyakalmış olmalıyım ki üst kattan gelen koşuşturmaca seslerine uyandım (Koşulur mu bu saatte?). Sahi saat kaç? Üç saattir uyuyor olduğumu farz ettim, saate baktığımda: 12:30 yazıyordu. Kapı çarpması. Hay!

Açıkçası her gece panik bir şekilde "Eve hırsız mı girdi?", "Ne oluyor?" korkusuyla uyanmaktan ömrüm tükenmekte?! Hiçbir şey yapmamak bu kadar stresli olmamalı... Yetti artık komşusu, apartmanı...

Durumun analizini yapamadan tekrar uyuyakalmışım. Bu sefer 03:10'da bilmem kaçıncı oda kapısı çarpması ve "Yaramaz köpek!" diye seçtiğim bir bağırmaya kalktım. Önce yastıkları ayarlayıp uykuya dalacaktım ki bir anda fitilim tutuştu. Bu gece ikinci kez uyandırıldığımı farketmiştim. Uyku sersemi uydurdum mu yoksa köpeğe mi kızdı gerçekten diye bir merak ve köpürmeye yakın öfkem ile, görmeyen herkese tafra niteliğinde (buna çok dikkat:) hışımla yataktan fırladım.

Ardından ağırca bir top, tam üst katımdaki odadan, salon tarafına fırlatıldı. Heyecanlı köpek nefesi sesi koridoru geçti?! Bunca zamandır görgüsüzlük olmasın diye yapmaktan çekindiğime kontrolümü kaybedip, odanın ortasından yukarı bağırdım: "DUYUYORUM LAN SİZİ!!" diye. Afra taframa biraz daha vaktim olsaydı, gece gece çok havalı bir şekilde komşumu azarlayabilecektim. Oysa,


BAM! BAM! BAM!


... (en uzun salise ve en korkunç varsayım)

"İ" seslisi bir duvardan diğerine sekerken, hayatımda ilk ve tek defa beynim tam potansiyeline ulaştı. Salisenin iç bölümleri içinde düşünmüş olduklarımı elimden geldiğince eksiksiz aktarmaya çalışacağım.

İlk hissiyatım, kötü, kötü hem de çok kötü bir karar ile saniyeler önce sergilediğim sahnenin zamansızlığıydı. İkinci varsayımım, terbiyeli oluşumun hayatımı kurtarmış olabileceğiydi çünkü var gücümle bağırmamıştım? Üçüncü düşünce, derin bir mühendislik hesabı oldu (bu an için yetiştirilmiş olmalıydım): Sesin gidiş yönü, varış süresi, dalgaların kırılma yönü ve binanın inşaatında kullanılan malzemelerin çeşitli özelliklerini içeren bir dizi hesap...

Gerçekliklerini ve teknik içeriklerini itiraf etmek istemesem de, kısaca, yalan dolan dolu bir sürü saçmalıktı. Hiçbiri hakkında hiçbir fikrim yoktu. Şöyle detaylandırayım: Bu üç düşüncenin her birini farklı bir odada değerlendirdim: Yatak odası, hol ve (köpeğin topunun atıldığının varsaydığım ve de olay mahaline en uzak nokta) salon.

Beynim üst limitinden sekip, düşüşe geçmiş olmalıydı ki, saçmalamama fiziksel olarak yetişememekteydim. Son 4 senedir hiç koşmamış ben, üst kata evde olmadığımı kanıtlamak ve de uzaklaşabilmek için giderek eğilerek, ayaklarımı yerden kaldırmadan sessizce koşmak gibi garip bir şey denedim. Salona varınca da durdum denemez. Zaten harekete ilk başladığım anda kalbim, akciğerlerim, midem, bağırsaklarım ve son olarak kol ve bacaklarım sırayla uyuşmuştu. Kaçtığım yere varmak da fırlatılmış bir patates çuvalı gibi sürüklenmekten başka birşey olmadı.

Kaçtığımda/Vardığımda bana yakışır bir anlamsızlıkla ilk farkettiğim "sıkıştığım" oldu. Salonda yerde kıvranır kendimi duvar kenarına sürüklerken (odanın ortası çok bariz korunmasız bir açık alan teşkil etmekteydi) kendi kendime konuşmakta olduğumu farkettim: "Neydi o, neydi? Aman Allahım!". Sonunda annemin yıllardır özlemlediği gerçekleşmişti ve tanrı yoluna girmiştim.

İçimden lütfen, ne olur, inşallah, maşallahtan oluşan dizgiler geçirerek din yolunda ilerlerken, aklımda "Ramazan topu olabilir mi?" gibi abes bir düşünce belirdi. Ya da daha mantıklı bir yaklaşımla (?!), bamlamalar o her gün tekrar ve tekrar yere düşen şeye ait olabilir miydi? Belki de gece sessiziliği ve boş odada, yankı falan filan (Mühendislik 102) olduğundan bu kadar yüksek gelmiştir? Hem sandığım silah sesi olsa, hayatımda hiç duymamış olduğum bir sesi nasıl ayırt etmiştim?

Ayak sesleri...

Hayalî katil zanlım üstümdeki odaya teşrif edince, yerlerde emekleyerek (İyi ki hâla temizdi ev)(İster inanın ister inanmayın hakikaten de tüm bu saçmalıklar geçmekteydi aklımdan) tuvalete attım kendimi. Türk'ün aklı tuvalette çalışır ya, duyduğum seslerin, en iyi ihtimalle intihar olamayacağını hesapladım: 1, 2, 3... Kesinlikle bir katil zanlısı olmalıydı ama nedense aklım hayali bir röportaja takıldı. "Komşunuz vurulunca ilk ne yaptınız?" Cevabım: "Tuvaletimi".

Farazi cevabımın utancında, polisi arama fikrini anca üretebilmiştim. Peki "Sanırım silah patladı" diye ihbar yapılabiliyor muydu? Ne duydum ben? Ben veri, analiz, olasılık gibi yersiz şeyler düşünürken yukarıda birinin yardıma ihtiyacı vardıysa çoktan ölüp gitmişti. Kimi kandırıyorum üç kurşun herkese yeterdi... Ancak bu varsayım, sahte ihbar yapma korkumu bir türlü bastıramıyordu. Deneylerle arkasında durabileceğim bir teoriye sahip olmalısın demişti bir hocam bir derste. Hiç bağırmamış olduğum havasını bozmamak için sifonu çekemeden, tuvaletten çıktım. Aklıma da güzelce not ettim, ortam güvenli hâle gelince sifonu çekmeyi unutma.

Ne yapacaktım, ne yapacaktım? Uzun kapı gıcırtısı. Asansör hareket eder... İyi ki aramamışım polisi, birini öldürüp asansör bekler misiniz? Sanrı benimki, hem mutlaka benden başka duyan olmuştur, onlar aranması gerekirse anlar ve ararlar. Hem ben adam vurmaktan ne anlarım? Bir dakika köpekten hiç ses gelmiyor! Bas bas havlıyor olması gerekmez mi? Hayvancağızı mı vurdular yoksa? Kafamdaki soruları yenmek için, tavana uzanarak dikkatlice dinlemeye çalıştım. 

Duyuşumda belirgin bir artış olmadığı gibi garip bir zil sesi yüzünden azalma bile vardı. Mutfağa gidip ağzıma bir parça çikolata ve bir tutam tuz atıp sokak kapısına usul usul yanaştım. Kapı önünde, sarımsak geldi aklıma. Sarımsaktı tansiyonu dengeleyen. Sarımsak yerine korku filmlerinde o hep gidilmemesi gereken yere ilerleyen, çoğunlukla da sonraki 10 dakikada ölen, yardımcı aktörlerden herhangi biri gelmiş olsaydı, aklımın yerinde olduğunu destekleyebilirdim. Nitekim, sehpadan anahtarımı aldım, şıngırdamasın diye pijamamın kenarına sıkıştırıp, sessizce kapıyı açtım.

Merdivenlerden yukarı birkaç basamak çıkıp, üst katın giriş kapısına baktım. Görünce farkettim...

ApartmanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin