8 ekim 2013. Perşembe günü. Saat 06:45. Güneşin kırmızı ışıkları daha yeni-yeni bulutların arasından görünmeye başlıyor. Soğuk bir gün. Plutterburns caddesinin kaldırım kenarındaki ağaçlar saralmaya başlamış ve yaprakları tek-tek dökülüyordu. Caddenin başındaki bakkal artık açılmıştı. Hemen onun yanındaki fırında saat 6dan işe koyulmuştu. Pişirilen ekmeklerin kokusu caddeden geçerek evlere doluyor, çocuklar bu kokuyla uyanıyordu. Bakkalın üzerindeki apartmanın 5ci katındaki yaşlı teyze sepetini sarkıtarak 2 şişe süt ve bir kalıp peynir istedi. Hemen onun yanındaki apartmanın yanından çocuk sesleri geliyordu. Büyük çocuk okula gitmek için hazırlanıyor, annesine seslenip eşyalarının yerini soruyordu. Küçük çocuksa okula gitmemek için ağlıyordu, dışarı çıkıp diğer çocuklarla oynamak, eğlenmek istediğini söylüyordu. Okulların çoğu kapalıydı ama bazıları kapanmak için havaların daha da soğuması gerektiğini düşünüyorlar. Okula gitmeyen çocuklar uyanır-uyanmaz bir-bir tüm apartmanlardaki çocukları çağırıp sabahdan akşama kadar oyunlar oynuyodular. Bir apartmanın önünde 2 erkek çocuğu oturmuştu. Yukarıdan bir ses geldi:
- "Çocuklar hemen içeriye girin! Dışarısı buz gibi. Hasta olucaksınız."
Kadın haklıydı. Dışarısı gerçekten soğuktu. Çocuklar içeri girdikten sonra apartmandan bir çift çıktı. Adam derhal kızın elini tutdu, çünki caddede çok fazla sapık vardı. Hatta sabahları bile çok ola biliyorlar. Ve işte saat 07:00. En sondaki apartmanın 4cü katında bir kadının alarmı çalıyor, ama kadın yorgun olduğu için uyanamıyordu. Saat 07:10. Alarm yeinden çaldı ama kadın hala uyanmıyordu. Dışarıdan bir ses geldi. Akşamdan kalma bir sarhoş cadde de bağıra-bağıra geziyordu. Tüm caddeyi ayağa kaldırmıştı. Ee tabiki bu sese kadın da uyanmıştı. Ne olduğunu bilmeden gözlerini ovarak pencereye yaklaştı. Polisin adamı nasıl sürükleyerek götürdüğünü gören kadın, umurunda değilmiş gibi kafasını çevirip gitdi. Gerçektende umurunda değildi, çünki bu caddede her zaman böyle şeyler oluyodu. Kadın saate baktı ve saatin 07:14 olduğunu gördü. Gözleri birden açıldı. Şaşkın bir şekilde baktı ve ne yapacağını düşündü. Hemen gardıropa doğru koştu. Kiyafetlerini değişip, mutfağa geçti. Yemeğini yiyerek saate baktı. Saat 07:28di.
"Sanırım yine gecikeceğim".
Diye düşündü kadın.
Hemen çeketini giyip yola koyuldu. Koşa-koşa tren istasyonuna doğru ilerledi. Caddeden geçerken herkese selam vermeyi ihmal etmedi. Gecikmesine bakmayarak insanlara yardım ediyordu.
Ve işte tren istasyonu. Saat 07:34. Son bir dakika. Eğer trene binemezse, diğer treni beklemek zorunda kalacak ve gerçekten gecikecekti. Kadın artık koşamıyordu, kapılar kapanmaya başladı. Kadın:
"Lütfen kapıyı tutun!" - diye bağırdı.
Son anda sıyrılarak trene bindi. Ama malesef çeketinin arkası kapıya sıkıştı. Kadın ne yapacağını bilemefi bir ah çekti:
"Bu da mı gelecekti başıma?! Allahım nolur bir günüm normal geçsin lütfen. Neyse, daha da kötüsünü yaşamıştım. Diğer istasyonda kurtulurum artık."- diye düşündü.
Trendekiler ona bakıyordu. Aslında onlar da alışmıştılar kadının başına gelenlere. Artık normal bir gün gibi geliyordu. Kadın 10 dakka ayakta durdu. Sonra kapılar açıldığında çeketini kurtarıp bir yerde oturdu. Saat 07:45. Daha ineceği istasyona çok vardı. Kitabını çıkardı. Kafasını cama yaslayarak okumaya başladı. 20 dakka sonra ineceği yere gelmişti. Trenden inip saate baktı. Saat 08:06. İşe 6 dakka gecikmişti artık.
"İyiki iş yerim yakın. 2 dakikaya orda olurum."- diye düşündü.
Kadın yine koşmaya başladı ve işe vardığında artık 10 dakka gecikmişti. Kızlar neden geciktiğini sorduklarında, "Her zamanki şeyler işte" dedi. Müdürün daha gelmediğini öyrenen kadın sevincinden 4 köşe olmuştu. Kızlar onun bugün çok şanslı olduğunu söylediler. Kadın odasına geçti. Daha yayına 20 dakika vardı. Kağıtlarını da alıp aşağı kafetariyaya indi. Elindekileri gözden geçirerek en sevdiği kahveden aldı. Bir yer bulup oturdu. Bir kız gelip yanına oturdu:
"Naber? İyi misin?"
"Eh işte, sen nasılsın?
"Bende her zamanki gibi.. Bugün işe geciktiğini gördüm. Noldu yine?
"Sabah uyanamadım. Sonra yoldakilere yardım etdim. Trende ceketim sıkıştı ve tam 10 dakka boyunca ayakta durdum. Ama sonra koşarak geldim ve öğrendimki müdür hâla gelmemiş. İlk defadır müdürden önce gelip, işe gecikiyorum."
Kız gülmeye başladı.
"Her gün başına böyle olaylar geliyor ama sen yinede mutlusun. Galiba senin en çok bu yönünü seviyorum." -dedi ve gülümsedi.
"Ben alıştım artık. Aslında başıma bir şey gelmediği gün mutsuz oluyorum. Çünki kötü bir şey olmazsa ertesi gün çok daha kötü bir şey oluyor."
Konuşmaya devam etdiler. Sonra birden kadının yardımçısı gelip: "Artık yayına başlamamız gerek. Gelir misin?"- dedi. Vaktin nasıl geçtiğini anlamayan kadın arkadaşının sözünü yarıda kesip üzür diledi. Yayından sonra onu görmeye gideceğini söyledi ve yardımçısıyla birlikte yayın odasına gitdiler.
Kadın yayın odasındaki bölüme girdi. Kağıtlarını düzeltdi, sesini denedi. Ve son 30 saniye kalmıştı yayına. Kadın bu günlerde heyecanla başlıyordu. Ve işte başladı.
"Günaydın sevgili dinleyiciler. Şu an saat 08:30 ve dışarısı buz gibi. Bir yere giderken sıcak giyinmeyi unutmayın. Evet, bugünkü konumuz "Depresyon". Depresyon böyle soğuk havalarda en çok 16-24 yaş aralığındaki insanlarda daha çok görülmekte..."
Kadın kağıtta yazılanlar okuyor. Dinleyicilere sorular soruyor, ona sorulan soruları yanıtlıyordu. Bazen konu dışına çıkınca yardımçısı onu hemen uyarıyordu.
Kadın bitirişini yapıb:"Mutlu bir gün geçirin ve depresyona girmeyin. İyi günler sevgili dinleyicilerim."- dedi.
Ve yayın bitdi. Saat 09:30. Kadın yayın odasından çıktı. Arkadaşına söz verdiği gibi yanına gitdi.
"Bugün ne kadar da yorucu bir gün değil mi? Neden böyle ki acaba?
"Biliyorum gerçekten yorucu bir gün. Herkeste bir durgunluk var. Baksana müdür bile ilk defadır işe bu kadar geçikiyo. Sanırım arabası çukura düşmüş, öyle duydum ben.
"Ne kadar gecikti ki?"
"Daha yeni gelmiş"
"Demek ki bir benim başıma gelmiyor kötü şeyler."
"Ola bilir. Aşağı inelim mi? Bir sonraki yayınına 2 saat var daha."
"Olur kafamız dağılmış olur."
Kafetariyaya indiklerinde kadın kahve yerinde çay aldı. Arkadaşı şaşırmıştı. Neden böyle yaptığını sorduğunda, kadın bir farklılık yapmak istediğini söyledi.
Saatler geçti ve kadının iş vakti böylece bitmiş oldu. Eve gitmeye hazırlanırken kitabının kaybolduğunu farketdi. Büyük bir telaş içinde önce kafetariyaya, sonra yayın odasına gitdi. Ama hiç bir yerde bulamadı. Hüzünlü bir şekilde eve doğru yol aldı.
"Ben trende ne okuyacağım şimdi? Kızlar da şanslı olduğumu söylüyolar. Aman da ne güzel şans! Nerem şanslı benim? Günümün daha kötü geçemeyeceğini düşündüm ama geçe bilirmiş! Ah ya, en sevdiğim kitabımdı hemde..."- diye düşündü.
Kadın yolda giderken "Belki de koşarken düşürdüm"- dedi kendi kendine. Tren istasyonunda, yolda, cadde de her yere baktı ama yoktu. Eve geldiğinde kiyafetlerinin değiştirmeden kitabını aramaya başladı. Ama sonra birden hatırladı, evde olamazdı, çünki trende okuyordu.
Kadın saatin 9 olduğunu gördü. Her zaman saat 10a kadar kitabını okuyup öyle uyurdu ama kitabı yoktu. Başka bir kitaba da başlamak istemiyordu. Ne yapacağını bilemedi, ve uyumak kararına geldi. Her gece hayaller kuran kadının aklında şu an sadece bir soru vardı. Kitabı nerede ve ya kimdeydi?