18.01.2017
"Kurumuş kamelyalar güçlü bir rüzgarla gökyüzüne havalanıp gözden kaybolurken, sadece umutsuzca akan bir iki göz yaşıyla ellerinden her şeyin kayıp gitmesine izin verdi. Aslında, onları kaybedip sonradan bunun vicdan azabıyla yaşamaya cesareti yoktu. Fakat... eğer onları yanında tutarsa, onu vicdan azabından daha aciz kılan bir duyguyla baş başa kalırdı: çaresizlik.
Kalbi zaten parampayçaydı; daha fazla acıyı kaldırmaya çalışmak, kendine yaptığı bir bencillik olmaz mıydı?
Bu bencilliği kendine yapsa dahi, kalbi hala bunu kaldırabilecek kadar güçlü müydü?
Aciz bir kız çocuğu görüyordu artık aynaya her baktığında. Kalbi takati kalmamış gibi yavaş ve istemeyerek atan, gözleri aynaya bakarken kendinden tiksinen, her nefes aldığında boğulan... acınası bir kız çocuğu. Önemsiz, savrulmuş, yorgun, kırık... Hatta, paramparça.
Ve bu önemsiz kız çocuğu, nefes aldığı her an daha da batıyordu derine. Onun için hayatta yapabilecek bir şey kalmamıştı, yaşayabilecek bir şey kalmamıştı. Her şey, herkes aynıydı. Yaşamaya değer hiçbir şey yoktu. Hayatın bir yalandan ibaret olduğunu acı bir şekilde öğrenmesi, ona çok şey katmıştı.
Bunları kaldıramayacak kadar takatsizdi daha. Yorgun bedeninden daha güçsüz ruhu ağlıyordu. Her gün, her saat, her dakika... Önceden o bedene sığamazken şimdi bu hale geldiğine ağlıyordu. Hayatın lanetine ağlıyordu. Yaşadığı için ağlıyordu.
Ve o yorgun beden, ruhu susturamıyordu. Biliyordu ki, susturmazsa ölmesi daha yakın olacaktı. Ruhu bütün gücü emiyordu sanki. Çığlıklar kulaklarını çınlatıyor, umutsuzluk kokusu rahatsız ediyor, yırtık elbiseleri göz yoruyordu.
Kızın nefesi her seferinde biraz daha düzensizleşiyordu. Kendini uçurumdan attığında daha az yorulacakmış gibi geliyordu. Bir nevi de... kaçış yoluydu onun için. Olanlardan, olacaklardan...
Herhangi bir olaydan sorumlu olmak istemiyordu. Yaşamın zaten bir amacı yoktu, saçma sapan bir dünyada neden bir sorumluluk alsındı ki? Omzunda herhangi bir yük hissetmemek, bu kadar zor olmamalıydı. Lakin, beyni bunu tekrarlarken, kalbi kendini tezat bir düşünceye esir etmişti bile. Vicdan azabını her hücresinde hissediyordu. Her bir noktada... Her gününü bunu düşünmekle geçirmekten delirecek hale geliyordu. Her gece uyumadan önce ağlamak onu yıpratıyordu. Her sabah odasında ondan bir iz görmek kahrediyordu.
Hayatı gülünçtü. Dünyada tek onun kaderi kalsa yine de seçilemeyecek kadar berbattı. Yaşamı konuşmaya gerek görülmeyecek kadar değersizdi. O yine de hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi buna son vermiyor, inadına acı çeke çeke yaşıyordu. Ölmesi gerektiğinin farkında değildi.
Asıl komik olan ise, o kız bendim...
-25.08.2016"
Defteri kapatıp kapağını okşarken "Bak," dedim buruk bir tebessümle Umut'a. "Neler neler yazmışım. Görüyor musun?"
"Eminim," diye fısıldadı, "bu kadar güçsüz değildin."
Başımı iki yana sallayıp bu görüşünü reddettim. "Ben buydum."
"Peki şimdi?" dedi az öncekine nazaran daha yüksek sesle. Gözlerime merakla bakıyordu. Gözlerimi artık pislikten tabanı gözükmeyen zemine kaydırdım. Yerimde hafifçe kıpırdanmadan önce seslice yutkundum. Hayır. Asla eskisi gibi mutlu olmayacağım. Umut'un yüzüne döndüm tekrar. Eskisi gibi olamasam da beni en az annem kadar koruyacak birine sahibim.
"Yakında," dedim üstümü silkeleyerek tozlu zeminden kalkarken. "Eski kendime kavuşacağım. Bu gizi çözdüğümüzde... her şey daha iyi olacak." Gülümsedim. Elimi kalkması için uzattığımda o da gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Kamelya
Teen Fiction"Her şey, bütünün bir parçasıydı. Renkler, biçimler, nesneler anlamlıydı. Bunlar, uzun bir yolun bir noktasında oynadığımız oyunun dekorlarıydı. Anahtar sözcüğümüz ise; Umut'tu..." * Umut Laçin, hiç beklemediği bir anda kendisini yapayalnız bulur. H...