Selam millet! Yine ben! Beni özlediniz mi? Kitabı baştan yazmaya başladım. Karşınızda yeni ilk bölüm!
*Trampet sesleri*
{Irene}
Dünyadaki insanlar göründüğünün yarısı kadar masum olsaydı, buralar çok farklı olurdu.
Ama değil işte.Melezlerin hayatı hep aynı şekilde başlıyor. Bulunursun. Melez kampına gidersin. Artık bir iyilik savaşçısısındır. Tanrıların paçalarını kurtarırsın. Her yaz kampta eğitim alır ve kışları -hala ölmemişlerse- ailenin yanına gider dokuz ay boyunca okula giderken bir yandan da canavarlarla boğuşursun.
Hayatın her an tehlikededir. Bundan kaçamazsın. Savaşabilecek kadar zeki değilsen ölürsün. Artık bir melezsindir ve tanrıların ayak işlerini, saçma sapan şeylerden çıkardıkları kavgaları yatıştırmak en büyük vazifendir. Bunu yaparken ölebileceğini de bilirsin. Ve sonunda Elysium'a gideceğiniz bile kesin değildir.
Canavarlar,onlar kadar hatta onlardan da beter tanrılar ve savaş...savaş...savaş... Savaşmak demiş miydim? Buyurun yeni hayatınıza hoş geldiniz!Daha neler.
İşte alın size B seçeneği: New York'un en güzel yerinde iki katlı ve havuzlu bir villa. Var olan her canavarın size dokunması yasak. Size zarar veremezler, öldüremezler. Kaçmak zorunda değilsiniz. Arada küçük işler yaparak zengin bile olabilirsiniz. Bakın ne kadar da güzel bir hayat! Ve bunun için canınızı falan da vermeniz gerekmiyor. Gaia'ya çalışın yeter.
Gaia'ya çalışmak yanlış diyorlar. Ama tanrılar da yapabilecekken neden tüm canavarları tek bir el hareketiyle yok etmiyorlar? Neden kokularımızı almalarını önlemiyorlar? Tanrılar Gaia'dan daha mı iyi? Tanrılar tarafından taciz edilen tanrıçalar, yasak aşklar... Dallas'ı yerde ararken gökte bulduk dostlar! Yukarı bakın, tamı tamına Olimpos'a.
Sizce hangisi? Canavarlar + Olimposlular + acılı bir ölüm veya Gaia + mutlu ve acısız bir hayat.
Ve evet. Bu şu "Ama Gaia'ya güvenilmez!" dediğiniz kısım. "Onun sözünde duracağı ne malum?"
Size verecek tek cevabım, bulunduğum yer. İki katlı sadece bana ait havuzlu, sekiz odalı villa, dilediğim kadar para. Hepsine sahibim.
Ve hatta bütün bunları arka bahçenin sınırlarını çevreleyen ağaçlardan ikisinin arasına asılmış hamakta yazıyorum. Yerde, benden biraz uzakta güneşlenen üç kedi de benim. Bahçenin öbür ucundaki evcil cehennem tazısı da.
Adım, Irene. Tabii bu gerçek adım değil. Size daha gerçek adımı söylemeyeceğim. Daha o kadar güvenilir değilsiniz.
Irene barış tanrıçasıdır. Bunu bende biliyorum. Ama ben bu adı taşıyan başka bir kişiyi temsil ediyorum: Irene Adler'ı. Ünlü dedektif Sherlock Holmes'u yenebilen tek kadını. Evet. Bende Sherlockian'ım. Ve bu benden benim hakkımda duyacağınız son kişisel bilgi olacak. Tabii ilk ve son değil. Ne de olsa daha birkaç cümle önce kedileri sevdiğimi itiraf ettim. Üç kedi beslediğimi söyleyerek. Fark etmemiş miydiniz? Tahmin etmiştim!
Siz Tanrılar'ın arkasını toplamaya devam edin! Ben burada keyif çatıyor olacağım! Canavarlardan çok uzak-"Bayan Wayland, dersimi dinlemektense neyle meşgul olduğunuzu sorabilir miyim? Eminim sınıfımızdaki herkes düşüncelerinizi duymaktan sevinç duyacaktır."
Tamam. Tamam. Yalan söyledim. Şuan hamağımda uzanmış değilim. St. Xaviver Lisesi'nde İngilizce'den kaldığım için zorunlu yaz dersindeyim. Ama şuan hamakta uzanmış yatıyor olmak için neler verirdim bilemezsiniz.
"Paylaşmamayı tercih ederim Bay O'Brien."
Tahtada ne yazdığını birazcık bile anlayabilsem sorun olmayacaktı. Bir şeyler uydurabilirdim. Ama tahtada yazan yazılar bir İngiliz için Rusça ne ise benim içinde oydu; okunması da anlaşılması da imkansız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hırsız [Leo Valdez]
FanfictionNew York'un en güzel yerinde iki katlı ve havuzlu bir villa. Var olan hiçbir canavar size dokunamaz. Kaçmak zorunda değilsiniz. Arada küçük işler yaparak zengin bile olabilirsiniz. Bakın ne kadar da güzel bir hayat! Ve bunun için canınızı falan da v...