Her tarafı beyaza boyanmış bir labirentin içindeydim sanki. Beyaz duvarlar, beyaz yerler... Bir tek yanımda benimle birlikte yol alan ağacın yaprakları siyahtı. Ama bu imkânsızdı! Doğa kanunlarına aykırıydı bir kere. Gerçekten siyah olup olmadığından emin olmak istiyordum. Hatta bir yaprağını da almak istiyordum. Belki abime hava atabilirdim. Koparmaya çalıştığım her bir yaprak benden gittikçe uzaklaşıyordu. Ne kadar zıplarsam zıplayayım bir faydası yoktu. Vazgeçip ilerlemeye devam ettim. Nerede olduğumu kestiremiyordum. Her yer parlak beyazdı. O kadar beyazdı ki gözlerim kamaşmıştı. Artık buradan kaçmak istiyordum. Koşmaya başladım. Ben koştukça yol daha da uzuyordu. Belki ölüyordum, belki ölmüştüm çoktan. Anlaması güçtü. Fakat çıkışı bulmalıydım. Sağ elimi labirentin duvarına götürdüm. Ve yol boyunca elimi duvardan kaldırmadım. Bunu bir yerde okumuştum. Bu şekilde çıkışa ulaşabilirdim. Ondan sonrası? Ondan sonrası hiçlikti. Ben bu hain planımla çıkışa ulaşmayı umuyordum. Ama her şeyde olduğu gibi bunda da umudum boşa çıktı. Labirent yok olmuştu. Havada kalan elim ve ben şoktaydık! Şimdi ise o kalın beyaz duvarlar gitmiş yine beyaz kare bir oda gelmişti. Ama bir sorun vardı. Ayaklarım kayıyordu. Hayır, hayır. Ayaklarım kaymıyordu. Sanki beni içine çekmek isteyen beyaz düz zemin kayıyordu. Bu parıltılı bir bataklıktı. Beni kesinlikle içine çekiyordu. Somurtup gözlerimle etrafa bakındım. Odada tutunacak bir şeyler arıyordum ama nafile. Sanırım yavaş yavaş anlıyordum.
Ben bir rüyadaydım. Bu bilincimin bana gösterdiği bir rüyaydı. Ama uyanamıyordum. Filmlerdeki gibi sıkışıp mı kalmıştım? Ah, uyanmalıydım! Burada kalma düşüncesiyle gözlerim dolmaya başladı. Birileri varsa onlara sesimi duyurmalıydım. "Yardım edin" diye bağırdım. Ama sesim o kadar az çıkmıştı ki odada yankılanmadı bile. Kendi sesim bile bana küsmüştü. Hala beni içeri çeken bu boşluğa baktım. Güldüm. Kendi beyazlığımda boğuluyordum. Daha çok bağırdım. "Tanrım kendi beyazlığımda boğuluyorum. Bir el atmak ister misin?" Bu sefer daha çok güldüm.
Tamamıyla beyazlığın beni içeri çekmesinden sonra yerde dümdüz yatmakta olduğumu fark ettim. Elim, saçım, kıyafetlerim bembeyaz olmuştu. Hala emin değildim. Bu bilincimin bana gösterdiği rüya mıydı yoksa bir çeşit yansıma mıydı? Dünyanın yansıması? Olabilir miydi? Ama dünya bu kadar saf beyaz mıydı? Hiç sanmıyorum. Sandığım bir şey varsa o kadar karşımda duran bir çift göze ait bedendi. Yerde bağdaş oturmuştu. Elinde sonun başlangıcı olan dizüstü bilgisayarı vardı. Ve bembeyaz buz gibi teninin aksine üzerindekiler bu odaya pek de uyum sağlamış görünmüyordu. Okyanustan daha açık olan gözlerine sıfat bulmak budalalıktı. Sonunda yardım edebilecek birisini bulmuştum. Yerden kalkıp koşar adımlarla yanına gitmeye çalıştım. Ama ağaçta olduğu gibi bunda da gidemiyordum. Siktir! Sanırım az önce küfür etmiştim. Sorun değil. Bunun için kendime daha sonra kızabilirdim. Gitmeye çalışmayı bırakıp ona baktım. Ben durunca o da durmuştu. Ani bir hareketle yere bakmakta olan kafasını kaldırdı. Mavi gözlerinde alaycı bakış hâkimdi. Şimdi ise gözlerimiz buluşmuştu ve bana baktığında dudakları alayla kıvrılmıştı. Bu hareketi bende onun yüzüne yumruk atma isteği uyandırmıştı. Evet, yüzüne bir yumruk atsam kesinlikle rahatlardım. Sebebini bilmediğim bir biçimde içimde ona karşı intikam duygusu var olmuştu. Ve sanırım onu tanıyordum. Siyah kapüşonu, siyah pantolonu ve kolundan hiç çıkarmadığı gümüş saatiyle tam karşımda duruyordu "Merhametsiz Korsan". 21. Yüzyılın en dayanılmaz fiber suçundan aranıyordu. Herhangi bir caddeden geçseniz bile onun direklere asılmış 'ARANIYOR' adlı fotoğrafını görebilirdiniz. Ya da akşam saat sekiz haberlerinde saçları dökülmüş bir spikerin soğuk bir edayla onun takma adıyla beraber en çok arananlar listesinde olduğunu söylerken duyabilirdiniz. Ya da sokaklarda küçük çocukların 'Sonunda kahraman M. Korsan!!!' diye heceleyerek şarkı eşliğinde söylediklerini de duyabilirdiniz. Ama bana kalırsa, o sadece aptal bir hackerdi.
*
Beyaz duvarın siyah şeritli merdiveninden iniyordum.Rüyamın bana ne göstermek istediğini bir türlü anlayamıyordum. Sormak istediğim çok soru vardı. Nedenini bilmek istiyordum. Bilmek istediğim onlarca şey arasından neden sadece bir tanesinde takılı kalmıştım ki? Mesela neden rüyamda 'onu' görmüştüm? İntikam arzum gittikçe çöldeki kum taneleri gibi arttığı için mi? Yoksa asla onu ele geçiremeyecek olduğum için mi? Kendimle başa çıkamıyordum. Dindirmek istediğim tek duygum intikamdı. O günü hatırlamalıydım. O günü unutmamak üzere hafızamda hapis tutmalıydım. Beynimde yaklaşık 2-3 yıl öncesine ait bir yolculuğa çıkıyordum. Evet, işte oradaydı zihnimin boş derinliklerinde yüzüyor, bana el sallıyordu.
13 Aralık
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. İnsanların eğlenceli çığlıkları güzel bir melodiden fazlasıyla uzaktı. Kulağıma gelen ses ise modern kültürün pop dünyasından bir parçaydı.
Herkes dans ediyordu. Yüzlerindeki maskelerden kim olduklarını anlamak zordu. Anlaşıldığı gibi maskeli bir balodaydım. Arkadaşım Seren ısrarlarla davet edip "Gelmelisin." diye söylenmişti cuma günü okul çıkışı. "Herkes orada olacak. Üstüne güzel bir şeyler giyin ve gel. Abin de gelecek mi?" Ona dans etmenin benlik bir şey olmadığını açıklamaya çalışmıştım ama dinlememişti bile. Sanırım abimden hoşlanıyordu ve onunla görüşmek için beni kullanıyordu. Beni kullanıyordu çünkü abim üniversiteye gidiyordu. Bense liseye. Arada bizim okula gelip bazı öğrencilere ders veriyordu. Seren de o zamanlarda görmüştü ve ilk görüşte aşık olduğuna inanıyordu. Tabii bana göre saçmalıktı. Omzuma birinin dokunduğunu hissettim. Arkama bakmama fırsat kalmadan bir el ağzımı hızlıca kapattı. Gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibi hissediyordum. Karşımda siyah parlak maskeli bir adam duruyordu. Elini dudaklarına doğru götürerek "Şşşt! Uslu dur ufaklık" diye fısıldadı. "Ses çıkarırsan başın belaya girer." Gözleri siyah ya da kahverengiydi. Işıklar sadece belirli yerlerde vardı ve bu yüzden anlaşılmıyordu. Maskeli Adam bana doğru eğildi. Gözleri kısılmış buz gibi bakışlarıyla etrafı inceliyordu. Sanki bir şeyleri bekliyor gibiydi. Bense ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Karşımda duran Maskeli Adam'ın iyi birisi olduğunu sanmıyordum. İyi insanlar maskeli balodayken birilerinin ağzını eliyle kapatarak korkutmazdı. Bundan emindim. Sanki durduğum hal çok normalmiş gibi bende onun gibi etrafı inceleme başladım. Etraftaki insanlar dans etmekle meşguldü. Biri bizi görse sevgili sanıp karışmazdı bile. Bu yüzden etrafıma bakmayı bırakıp ağzımı kapatan elini ısırmayı düşündüm. Evet. Bir şekilde kaçmalıydım. Maskeli Adam bir anda ısırdığım elini tutup beni bırakmak gibi bir hata yaptı. Bu bir saniyeliğine bana kaçmak için fırsat vermişti. Koşa koşa pistte dans eden insanlarına karıştım. Arkamdan maskeli adamın küfür ettiğini duymuştum. Muhtemelen peşimden geliyordu. Koşarken bir yandan çarptığım insanlara içimden 'Pardon arkamda kaçık bi Maskeli Adam var da umarım size çarpmamı önemsemezsiniz' diye geçiyordum. Tabii dışımdan demiş olsam insanların öfkeli hırıltılılarını zar zor duymazdım. Boşverip önüme baktım. Tam çarprazımda abimin sesine benzer bir ses duydum. Hemen o tarafa yöneldim. Ama sesi artık duyamıyordum. Müzik bastırıyordu. Sanki yeniden o sesi duymuş gibi oldum ve hemen yeniden o tarafa döndüm.
"Abi?" diye seslendim. Koşmayı bırakmıştım. Şimdi müziğe hızlı hızlı solumalarım da katılmıştı.
"Elis?" diye seslendi. Tam abim Aral'ı bulduğum için sevincektim ki içimde bir şüphe uyandı. Sanki o ses abime ait değildi. Dejavu yaşamış gibi kulağımda bir fısıltı "İşte buradasın küçük fare" diyordu.Zamanlamam yanlıştı. Beynimdeki saatin yelkovan ve akrebi yanlış bir zamana alarm kurmuştu. Ne yapmalıydım? Her şey güzel giderken bir noktam hep aksiliklerle boğuşuyordu. O sırada çalan bir şarkı, bir söz, bir koku. Sonra her şey kararıyordu. Ve o an sanki müziği daha iyi anlayabilmek için yaşıyorduk geceyi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pençe
Aventura"La La La La Lala.." "La La La La Lala.." Bu izler birinin izleriydi. Karşımda duran birinin izleriydi. Bu izler "Pençe"nindi. Bir korsana ait olan pençenin.. -Hız. Gerilim. Aşk. Var olan bir intikam. Peki ya kim suçlu?