Ruhumuzun derinliklerine saklanmış bazı sırlar vardır. Kabul etmediğimiz, edemediğimiz gerçekler. Uçacağına inanan bir çocuğun ümitleri kadar imkansız yalanlar.
Bir de, acısı aklımıza geldikçe canımızı yakan, sanki bir yere sıkıştırılıyormuş, tüm kapılar kapanıyormuş misali ümitsizliğe kaptıran, hayat var. Bazıları için hayat bir yaşama biçimi iken. Bazıları ise, ki burada ki bazıları biz oluyoruz. Zorunluluk ile nefes alan, her çektiği nefeste binlerce yerinden sızı alan bu beden, zorunluluk ile tutunur bu hayata.
Ben zorunluyum, fakat düştüm. Tek kolum ile tutunarak hayatta kalmaya çalışıyorum. Fakat tutunduğum o ele basılan ayak. Burada ki hayatımız oluyor, benim hayatım...
---
"Baba." dedim küçük ellerimin arasına aldığım kitabı ona gösterirken. "Bana bu kitabı okur musun, lütfen?" dedim şımarık bir biçimde gülümserken. O zamanlar peltektim.
"İşim var." dedi ellerinin arasında olan gazetenin diğer sayfasına geçerken. "Lütfen babacığım. Sadece bir sayfasını okusan bile olur." Ona kedi bakışlarımı atarken, ellerinin arasında olan gazeteyi sıktı ve gözlerini sıkıca yumup açtı.
"Anlamıyor musun sen? İşim var işim! Git annen okusun sana kitap." Sesini yükseltirken, bir iki adım geriledim. Babam benim ilk acımdı, ilk azarlanmam, ilk reddedilmem...
Gözümden bir damla yaş hızla titreyen çeneme düştü. "Baba, herkes okulda anlatıyor. Tüm babalar akşamları onların saçını okşayarak kitap okurmuş. Neden okumuyorsun bana?" Başım eğik, sesim cılız çıkmıştı. "Ya Sabır!" Diyerek ayağa dikilirken gazeteyi sinirle koltuğa fırlattı.
"Ana kız bela mısınız lan siz bana? Bir rahat bırakın bu adamı, rahat bırakın!" Rahat bırakın derken kıyafetini çekmiş ve bırakmıştı. Hızlı adımlarla kapıya ilerlerken, küçük bacaklarımı ona yönelttim. Kapıdan çıkacakken bacağına sarıldım ve başımı bacağına yaslayıp titreyen sesimle konuştum.
"Baba, gitme lütfen. Özür dilerim, söz bir daha sıkmayacağım seni. Lütfen gitme baba." Bacağına daha sıkı sarılırken. Sanki bir köpek bacağına saldırmış gibi yukarı aşağı haraket ettirirken dengemi sağlayamayıp yere düştüm. Zeminin soğuk hissiyatı tüm damarlarımda his verirken babama baktım. Çoktan gitmişti, bırakmıştı beni.
Annem koşarak yanıma gelirken eğilip yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Ağlama kuzum, ağlama bir tanem. Babanın bu aralar canı sıkkın." Onun da gözleri dolmuştu. Göz yaşlarım durulurken, tüm hissini kaybetmiş bir kaç kelime çıktı sadece ağzımdan.
"Anne, babam beni neden sevmiyor?"
...
Otların arasına oturmuş, dalından kopardığım yaprak ile oynuyordum. Yaprağa düşen göz yaşım. Anılarımda ki acının maneviyatıydı adeta. Başımı salladım ve etrafıma bakındım. Hiç bir şey yolunda gitmiyordu.
Her gün çözmeye çalıştığım ipler daha çok dolanıyordu birbirine, kör düğüm olmuştu artık. Çözmeye çalıştıkça acıyordu parmaklarım, kalbim gibi. Kanatmıştım artık. İyileştirecek kimsem yoktu. Ve oranın yarası, her saniye büyüyerek daha çok acıtıyor. Daha çok anı koparıyordu kendine.
Önümden geçen arabaların her biri, o günkü kazayı andırıyordu adeta. Hızlı gidenlerin hepsini durdurup, yavaş gitmeleri için uyarmak istiyordum.
Telefonumun sesi bu ortamı bozarken. 'Gizli Numara' yazısı ile gözlerimi sinirle kıstım.
"Gül nerede, ona ne yaptın pislik herif!?" Sesimi yükseltirken iğrenç kahkaha sesi kulaklarımı doldurdu. "Sakin ol minik kuş." Minik kuş mu demişti o? "Bana bir daha sakın minik kuş deme!" Sesi sinirlerimi bozuyordu. Yeniden kahkaha attığında çığlık atmamak için zor tuttum kendimi. "Peki, nasıl istersen. Ben senin istediklerini yapıyorum gördüğün gibi. Peki sen, sen arkadaşın için ne yapabilirsin minik kuş?" Minik kuşu bastırmıştı. Ben bu herifi gebertirim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cinayet #Wattys2016
Mystery / ThrillerAdalet, hayatı boyunca hiç görmediği bu kavramı, bir kaç dakikada yaptığı hata ile öğrenen Gözde. Bu adalet denen kavramın dengelerini, yalanlar ile değiştirir. Beş arkadaş. Gözde, Yağmur, Gül, Deniz ve Bora. Parti ardından sarhoş bir halde arabaya...